Hayra Dâvet ve Kötülüklerden Sakındırma Vazîfesi

KUR’ÂNIMIZ

7Dînimizde hayra dâvet ve kötülüklerden sakındırma vazîfesine, “emr-i bi’l-mârûf ve nehy-i ani’l-münker” adı verilir.

“Emr-i bi’l-mârûf ve nehy-i ani’l-münker” yani iyiliği yayma ve kötülüğü önlemeye çalışma, içinde yaşanılan asrın şartlarına göre yapılış keyfiyeti farklılık arz etse de, inanan insanların ifa ve icra etmesi gereken bir vecibe ve ilkedir. Bu husustaki ilâhî emir, âyet-i kerîmede şöyle beyân edilmiştir:

“Sizden, hayra dâvet eden, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân, 104)

BÜYÜK CİHÂD

Hakkı bâtıldan, hayrı şerden, fazîleti rezâletten, olgunluğu hamlıktan ayırabilmek için yegâne kıstas; dînin sesi yâni Allâh ve Rasûlünün emirleri ve tavsiyeleridir. Bu sesi yükseltmek, her mü’minin öncelikli vazîfelerindendir.

Cenâb-ı Hak, bir âyet-i kerîmede de tebliğ vazîfesinin “büyük bir cihâd” olduğunu şu şekilde bildirmektedir:

“(Rasûlüm!) Kâfirlere aslâ boyun eğme ve bununla (bu Kur’ân ile) onlara karşı olanca gücünle büyük bir mücâhede ver!” (el-Furkan, 52)

KUR'ÂN-I KERÎM'İN TEBLİĞİ

Hakîkaten bu “büyük mücâhede” emrinin, henüz mü’minlerin müşriklerle mücâdele edecek güçlerinin bulunmadığı Mekke döneminde, yâni cehâletin dehhâmeleştiği, sapıklığın kudurduğu, fesat ve anarşinin hortladığı, küfür ve ilhâdın saltanat kurduğu bir devirde gelmiş olması, cihâdın en mühim mânâlarından birini ortaya koymaktaydı ki, bu da, Kur’ân-ı Kerîm’in tebliği idi. Zîrâ o dönemde mü’minlerin zâlimlere ve düşmanlarına karşı ne savaşacak kadar güçleri, ne de ellerinde askerî techizatları vardı. Allâh’ın kelâmından başka ellerinde hiç bir şey yoktu. O hâlde âyet-i kerîmede bildirilen bu büyük mücâhede ve gayretin yegâne yolu, Kur’ân-ı Kerîm’in tebliği idi.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Son Nefes, Erkam Yayınları, 2013