Hakiki Mümin

Hadis

Mü’minin saâdet zaferi, îmân ve faydalı işler meyânındadır. Hakîkî mü’min, elinden ve dilinden ümmetin istifâde ettiği kimsedir.

Dünyâ ve âhiret saâdetine ermek isteyen mü’minler, canlarını, mallarını ve Allâh’ın kendilerine lutfettiği bütün nîmetleri, ciddî gâyeler ve emeller uğrunda kullanmaya mecburdurlar. Ölüm ve ötesini düşünen bir insan için Allâh rızâsına kavuşmaktan daha mühim bir gâye olamaz. Kur’ân-ı Kerîm’de:

“Muhakkak siz, mallarınız ve canlarınızla imtihan olunacaksınız…” (Âl-i İmrân, 186) buyrulmaktadır.

Bunun içindir ki, gâyesiz kullanılan nîmetlerin sonu hüsrandır. Âyet-i kerîmede:

“O gün, ne mal fayda verir ne de evlâd. Ancak Allâh’a kalb-i selîm ile gelenler (fayda bulur).” (eş-Şuarâ, 88-89)

Kula bahşedilen nîmetler, gaflet ve cehâletle elele verirse, fert ve cemiyette hüsranlar ve huzursuzluklar meydana gelir. Eğer kalb-i selîm ile hareket edilirse, fertler kendilerini dünyâ cennetinde bulurlar. Cemiyet huzur ve saâdet ile dolar.

EN FAZİLETLİ İNSAN KİMDİR?

Ebû Saîd el-Hudrî -radıyallâhu anh- rivâyet eder:

Bir gün Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e:

“–Yâ Rasûlallâh, en faziletli insan kimdir?” diye soruldu.

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Allâh yolunda malıyla ve canıyla cihâd eden mü’min kişidir!” buyurdular. (Buharî, Cihâd, 2; Müslim, İmâret, 122, 123)

Bir başka hadîs-i şerîfte ise:

“Gerçek mücâhid, nefsine (hevâ ve heveslerine) karşı cihâd edendir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 2/1621) buyurmuşlardır.

Mü’minin saâdet zaferi, îmân ve faydalı işler meyânındadır. Hakîkî mü’min, elinden ve dilinden ümmetin istifâde ettiği kimsedir.

ŞEHİT OLDUĞUNDA KEFENİ DAHİ OLMAYAN SAHABİ

Sahâbeden Mus’ab bin Umeyr -radıyallâhu anh-’ın hâli ne güzeldir:

Mus’ab bin Umeyr -radıyallâhu anh-, Mekke’de birçok maddî imkânlara sâhip olmasına rağmen, onları hiçe sayarak genç yaşta Müslüman olmuştu. Anne ve babasının kendisini mîrastan mahrum bırakacağı şeklindeki tehditlerine aldırmayarak, İslâm’dan vazgeçmemiş, garîb ve fakir bir şekilde Medîne-i Münevvere’ye hicret etmişti. Orada çok gayretli bir şekilde tebliğ faâliyetine girmiş ve birçok insanın hidâyetine vesîle olmuştu. Uhud Harbi’nde Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i müdâfaa ederken şehîd oldu. Bunun üzerine taşıdığı sancağı melâikeden biri Mus’ab’ın sûretine girerek aldı, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de henüz onun şehâdetinden haberdâr olmadıklarından alemdâra hitâben:

“Tekaddem yâ Mus’ab! (İlerle ey Mus’ab!)” buyurdu.

Bunun üzerine melek, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e doğru baktı. Böylece onun bir melek olduğunu farkeden Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Mus’ab’ın şehîd düştüğünü anladı.

Daha sonra Mus’ab bin Umeyr’in mübârek nâşı bulunmuş, ancak onu saracak bir kefen dahî bulunamamıştır. Mus’ab bin Umeyr, Kur’ân-ı Kerîm’de şu âyet-i celîle ile senâ edilen zevât-ı kirâmdandır:

Mü’minlerden öyle yiğitler vardır ki, Allâh’a verdikleri sözü yerine getirip sadâkatlerini ispat ettiler. Onlardan kimi adağını ödedi, canını verdi, kimi de şehîdliği gözlemektedir. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler.” (el-Ahzâb, 23)

ALLAH YOLUNDA CANLA VE MALLA MÜCADELE ETMENİN MÜKAFATI

Ayrıca Allâh Teâlâ şöyle buyurur:

“Allâh, cennet mukâbilinde mü’minlerden canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allâh yolunda mücâdele ederler, öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allâh’ın Tevrât’ta da, İncîl’de de, Kur’ân’da da taahhüd ettiği hak bir vaaddir. Verdiği sözde Allâh’tan daha sâdık kim olabilir? O hâlde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinin! İşte bu, en büyük kazançtır!” (et-Tevbe, 111)

Bu âyet-i kerîmenin nüzûl sebebi, tefsîrlerde şöyle îzâh edilir:

Yetmiş kişi ile Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e bey’at edildiği “İkinci Akabe Bey’ati”nde Abdullâh bin Revâha:

“–Yâ Rasûlallâh! Rabbin ve senin için bize istediğin şartı koşabilirsin.” demişti.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdu ki:

“–Rabbim için şartım, O’na ibâdet etmeniz ve hiçbir şeyi O’na şirk koşmamanızdır. Kendi hakkımdaki şartım ise, canlarınızı ve mallarınızı nasıl koruyorsanız, beni de öylece korumanızdır.”

Ashâb-ı kirâm sordular:

“–Böyle yaparsak bize ne vardır?”

Cevâben Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Cennet vardır!” buyurunca, oradakiler:

“–Ne kârlı bir alışveriş! Bundan ne döneriz, ne de dönülmesini isteriz!” dediler. (İbn-i Kesîr, Tefsîr, II, 406)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 2, Erkam Yayınları