Hafız Osman Önal - Âl-i İmrân Sûresi 133 - 136 (Kuran Ziyafeti

Ayetler ve Sureler

Âl-i İmrân Sûresi 133 - 136. ayetlerin anlamı, tefsiri ve Hafız Osman Önal'dan Kuran ziyafeti.

  • "Rabbinizin bağışlamasına ve genişliği göklerle yer kadar olup takvâ sahipleri için hazırlanmış bulunan cennete birbirinizle yarışırcasına koşuşun." - Âli İmran Suresi 133

Ayetin tefsiri: “Allah’ın bağışlamasına ve cennete koşmak”, kişinin bağışlanmasını ve cennete girmesini sağlayacak güzel amellere koşmasıdır. Bunlar günahlara tevbe ve istiğfar etmek, Allah’ın emirlerini yapıp yasaklarından kaçınmaktır. “Genişliği göklerle yer kadar olan cennet” ifadesi, cennetin genişliğini ve büyüklüğünü temsili olarak anlatmaktadır. Nitekim Hadid sûresinin 21. âyetinde “o cennetin genişliği gökle yerin genişliği gibidir” buyrularak buna açıklık getirilmektedir. Rivayete göre Herakliyus’un elçisi, Peygamber Efendimiz’e: “Siz, bizi genişliği gökler ve yer kadar olan bir cennete davet ediyorsunuz. Peki öyleyse cehennem nerede?” diye sorunca, Allah Resûlü (s.a.s.): “Fe sübhânallah, gündüz olduğunda gece nereye gidiyor?” buyurmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 75)

Âli İmran suresi 133. ayetin ayetin tefsirinin devamı için tıklayınız...

  • "O takvâ sahipleri, bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcar, öfkelerini yutar ve insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyilik ve ihsân sahiplerini sever." - Âli İmran Suresi 134

Ayetin tefsiri: Âyette geçen اَلسَّرَّاۤءُ  (sarrâ), sürûr ve sevinç veren, اَلضَّرَّاۤءُ  (darrâ) ise zarar ve sıkıntı veren durumları ifade eder. الْغَيْظُ (gayz), hoşlanmadık bir şeye karşı insanın duyduğu öfke demektir. كَظْمُ الْغَيْظِ (kazmu’l-gayz) ise öfkesini yutup tutmak, zarar gördüğü kimselere karşı kudreti bulunduğu halde intikama kalkışmamak ve hatta hoş olmayacak bir davranış göstermeyip hazmetmek ve sabretmektir. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, IV, 124)

Âli İmran suresi 134. ayetin ayetin tefsirinin devamı için tıklayınız...

  • "Onlar çirkin bir iş yaptıkları veya günah işleyerek kendi öz canlarına zulmettikleri zaman, hemen Allah’ı hatırlayarak O’ndan günahlarının affını isterler. Zâten, günahları Allah’tan başka kim affedebilir ki? Hem onlar, işledikleri günah ve hatalarda bile bile ısrar da etmezler." - Âli İmran Suresi 135
  • "Onların mükâfatı, Rableri tarafından bağışlanma ve içinde ırmaklar akan cennetlerdir. Onlar orada sonsuzca kalacaklardır. Böyle bildikleriyle gerektiği şekilde amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir!" - Âli İmran Suresi 136

Ayetin tefsiri: Bunlar beşer icabı günah işleyen, fakat günahlarında ısrar etmeyip tevbeye sarılanlardır. Ayette geçen اَلْفَاحِشَةُ (fahişe) kelimesi, zina gibi çok çirkin olan bir fiili; “nefse zulüm” ibaresi ise büyük küçük herhangi bir günahı ifade eder. Yahut “fahişe”, başkasıyla ilgisi olan günah; “nefse zulüm” ise başkasıyla ilgisi olmayan günah demektir. Müttakilerin bir kısmı da insanlık hali bir kötülük yaptıkları veya herhangi bir günah işledikleri zaman, hemen Allah’ı hatırlarlar, haya ve korkularından dolayı günahları için hemen bağışlanma dilerler. Nitekim Resûlullah (s.a.s.):“Bir kişi günah işlediğinde kalkar abdest alır, namaz kılar, sonra da Allah’tan bağışlanma dilerse Allah onu affeder” (Tirmizî, Tefsir 3/3006) müjdesini vermektedir. Onlar yaptıkları günahlarda da bile bile ısrar etmezler. İşlediklerine pişman olup kalbiyle ve diliyle affedilmesini diler ve o günahı örttürecek iyiliklere koşuşurlar. Böylece Allah’ın af ve merhametine ermeğe gayret gösterirler. Zira onlar, gerçekte günahları ancak çok bağışlayıcı ve çok merhametli olan Allah’ın affedebileceğini, O’ndan başka kimsede bu yetkinin olmadığını bilirler. Zaten affedenleri ve iyilik yapanları seven şânı büyük Allah’tan daha çok affetmeye ve bağışlamaya gücü yeten kimse yoktur. Dolayısıyla Allah Teâlâ günahına samimiyetle tevbe eden kullarını bağışlayacak, onlara bol bol mükafat verecek, günahları yokmuş gibi altından ırmaklar akan, içinde ebedî olarak kalacakları cennetleri onlara ihsan edecektir.

Mü’min ve müttaki kullara düşen, bu anlatılan dinî gerçeklerden gereken ibret ve dersi alabilmektir.

Kaynak: Prof. Dr. Ömer Çelik Tefsiri