Hadislerde Zekât Vermeyenlerin Akîbeti

Zekat

Zekat vermeyenlerin akıbetiyle ilgili hadis-i şerifler...

Ebu Hureyre -radıyallahu anh-’dan Nebî -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu dediği, rivâyet edilmiştir.

Bahil ile infak eden cömerdin örneği şu iki kimsenin misali gibidir ki, bunların arkalarında göğüslerinden köprücük kemiklerine kadar vücûdunu kaplayan demirden cübbeler vardır.

Ebu Hureyre -radıyallahu anh-’dan Nebî -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu dediği, rivâyet edilmiştir.

Bahil ile infak eden cömerdin örneği şu iki kimsenin misali gibidir ki, bunların arkalarında göğüslerinden köprücük kemiklerine kadar vücûdunu kaplayan demirden cübbeler vardır.

Bunlardan münfik cömert olan sadaka verir vermez o demir zırh o kimsenin bedeni üzerinde genişler. Aşağı doğru uzar. Vücûdunu tamamiyle kaplar. Hatta ayaklarının parmaklarını örter. Hatta zırhın (zeyli) uçları yerde sürünüp sadaka veren kimsenin ayak izlerini örter.

Bahile gelince; o hiç sadaka vermek istemez. Derhal o zırhın bütün halkaları vücûdunun her tarafını şiddetle sıkar. Bahil de bu sıkan zırhı genişletmeğe çalışır, fakat muktedir olamaz.

Bu hadîs-i şerîfle; sahî ve bahilin rûhî halleri belîğ bir misal ile tasvir buyurulmuştur.

Sahî olan kimse, sıkıntı içinde olan bir fakirin ihtiyacına, yardımına koşmakla gönlünde bir inşirah, kalbinde bir ferah, bir inbisât husûle gelir ki bu inbisât vücûdunun her tarafını istilâ eder.

Bahil olan kimsede de, düşkün fakirlere karşı katı yürek ve merhametsizliğine binaen yardımda bulunmadığından kalbinde bir ıztırab ve bir sıkıntı hisseder. Kalbinin bu üzüntüsü de başından ayağa kadar cismini istilâ eder. Bir fakire muâvenet edip de gönlünü azab ve ıztırabdan kurtarmağa muvaffak olamaz.

İşte hadîs-i sahihte edebî bir uslûbla sahî ile bahilin hali böylece temsil ü teşbih buyurulmuştur.

Ebû Mes’ûd el-Ensarî -radıyallahu anh- demiştir ki: Sadaka yani “Zenginlerin malından sadaka al!” (Tevbe Sûresi, 103)  âyeti nâzil olup da Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- bize sadaka ile emrettiği sıralarda sadaka vermeye kudreti olmayan her hangi birimiz çarşıya gider arkasında ücretle yük çekerek -yani hamallık ederek- iki avuç hurma kazanır ve kazancından sadaka verirdi. Bugün ise bunlardan bazılarının yüzbinlerle serveti vardır.

Vâkidî’nin beyânına göre en ziyâde para ile tasadduk eden zât Abdurrahman bin Avf -radıyallahu anh’dır.

Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimiz ashabını sadaka ve zekât vermeğe teşvik buyurunca Abdurrahman bin Avf -radıyallahu anh- mâlik olduğu sekiz bin dirhem servetinin yarısını, dört bin dirhemi tasadduk etmiştir. Ve: “Ya Rasûlallah! Servetimin nısfını işte getirip Cenâb-ı Hakk’a ikrâz ediyorum. O bir yarısını da âileme koydum.” demiştir.

Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimiz de duâ buyurup: “Verdiğin ile alıkoyduğun malına Allah teâlâ bereket versin.” demiştir. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in bu duası hürmetine Abdurrahman bin Avf -radıyallahu anh-’ın malında geniş bir feyiz ve bereket hâsıl olmuştur. Hatta irtihalinde milyonu mütecâviz bir servet âilesine kalmıştır.

Ebû Hureyre -radıyallahu anh-’den şöyle rivâyet olunmuştur:

Bir kere Nebî -sallallahu aleyhi ve sellem- huzûruna bir kimse (Ebû Zer) geldi. “Ya Rasûlallah! Ecir ve sevap cihetiyle hangi sadaka büyüktür.” diye sordu. Buyurdular ki:

Sevabı büyük sadaka! Senin sahih, son derece bahil olduğun halde, fakrdan korkar ve zenginlikten hoşlanır bulunduğun halde, verdiğin sadakadır. Can boğaza gelip de bu malım filân içindir, şu malım filân içindir diyene kadar, o zamana gelinceye kadar bekleyip de sadakanı te’hîr etme! Zîra malının sülüsünden fazlası veresenindir. Ancak malının sülüsünden vasiyeti mûteberdir.

Zekâtınızı vermekle malınızı muhâfaza, fukarâya tasadduk ile hastalarınızı tedavi, dua ve tazarrû ile belâ ve musîbeti reddediniz.

“Malının zekâtını, zekâta müstehak olmayana veren zekâtını vermemiş sayılır.”

Kaynak: M. Sâmi, Ramazanoğlu, Musahabe-3, Erkam Yayınları