Gönül Yapmak ve Gönül Kazanmanın Kıymeti

İHSAN

Altından, gümüşten, elmastan ve yakuttan daha kıymetli birşey varsa o da kazanılmış bir gönüldür. Her ne yaparsak yapalım gönül kırmamaya dikkat edelim. Bir gönlü kırmak için tek bir söz yetebilir bazen lakin o gönlü tekrar onarmak belki yıllar alabilir. İşte bu sebepten ötürü bir kazanmak en büyük başarıdır.

Mevlânâ Hazretleri ne güzel buyurur:

“Sen varını-yoğunu, malını-mülkünü ver de bir gönül yap! Yap da o gönül; mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin!..

Allâh’ın huzûruna altın dolu binlerce kese götürsen, Cenâb-ı Hak:

«Biz’e bir şey getirmek istiyorsan, kazanılmış bir gönül getir! Çünkü altın, gümüş Biz’im için bir şey değildir. Eğer Biz’i ve rızâmızı istiyorsan, bunun ancak bir gönül kazanmaya bağlı olduğunu unutma!..» buyurur.”

Velhâsıl gerçek servet, gönülden yükselen hayır-duâların meydana getirdiği ebedî saâdet sermâyesidir.]

Şeyh Sâdî Hazretleri buyurur:

“İnsanın kalbi dünyaya meyledince, bala düşmüş sinek gibi olur.”

[Kalbe musallat olan dünya hırsı, kulu mânen helâke sürükleyen bir girdap gibidir. O girdaba kapılan, çırpındıkça daha çok batar.

Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri bu hakîkati şöyle ifade buyurur:

“Maddiyâta meyledenler için hayat, deniz suyu içmeye benzer; içtikçe susarlar, susadıkça içerler.”

İlâhî imtihan gereği, dünya nîmetlerine bir câzibe, kula da o câzibelere karşı kuvvetli bir temâyül verilmiştir.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Nefsânî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük; insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak güzel yer, Allâh’ın katındadır.” (Âl-i İmrân, 14)

Mü’minin vazifesi, bu “cezb ve incizâb” kânunu, yani dünyanın çekiciliği ve nefsin dünyaya düşkünlüğü arasında, kulluk istikâmetini muhâfaza etmektir. Gönlünü dünya nîmetlerinin esiri etmemektir.

Bunu temin ettikten sonra, dünya ile meşgûliyetin bir zararı yoktur. Nitekim âyet-i kerîmede:

“Allâh’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasîbini unutma!..” (el-Kasas, 77) buyrulmaktadır.

Dünyadan nasîbimizin ölçüsünü de, günümüz toplumunun lüks ve israfına bakarak değil, Allah Rasûlü ve ashâb-ı kirâmın hayatına bakarak belirlememiz gerekir. Zira Cenâb-ı Hak, Tevbe Sûresi’nin 100. âyetinde bize Muhâcirleri, Ensâr’ı ve onlara tâbî olan ihsan sahiplerini örnek göstermektedir. Günümüz toplumunun hastalıklarından olan aşırı tüketim, lüks ve israf ise, sahâbe toplumunun tanımadığı bir hayat tarzıydı.

Şu hâdise, dünyadan nasibin hangi kalbî keyfiyetle aranacağını ne güzel îzah etmektedir:

Muhammed Pârisâ Hazretleri, hacca giderken uğradığı Bağdat şehrinde nur yüzlü genç bir sarrafa rastlar. Gencin birçok müşteriyle durmadan alışveriş hâlinde olup zamanını aşırı dünyevî meşgûliyetlerle geçirdiğini düşünerek üzülür. İçinden:

“–Yazık! Tam da en güzel şekilde ibadet ve hizmet edecek bir çağda kendisini dünya meşgalesine kaptırmış!” der. Bir an murâkabeye varınca da, altın alıp satan bu gencin kalbinin Allah ile beraber olduğunu hayretle müşâhede eder. Bu sefer:

“–Mâşâallâh! El kârda, gönül Yar’da!..” diyerek genci takdîr eder.

Böyle sâlih mü’minler hakkında âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

(Öyle hakîkî) er kişiler vardır ki onlar, ne ticâret ne de alışverişin, kendilerini Allâh’ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı kimselerdir. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden (kıyâmet gününden) korkarlar.” (en-Nûr, 37)

Demek ki kulun dünya ile hadd-i lâyığında, yani kifâyet miktarı alâkadar olmasında beis yoktur. Hattâ bu, başkalarına yük olmamak ve infaklarla Cenâb-ı Hakk’a daha çok yaklaşabilmek için son derece lüzumludur. Mühim olan, bu alâkanın ölçüsünü kaçırmamaktır. Yani dünyevî muhabbet ve endişelerin, gönlü işgal etmesine fırsat vermemektir.

Zira Cenâb-ı Hak, gönüllerimizi îman, ihlâs, takvâ, mârifetullah ve muhabbetullâh’ın tecellîgâhı olsun diye yaratmıştır. Gönül sarayındaki tahtın, yalnızca kendisine tahsis edilmesini dilemiştir. Bu yüzden o tahtı, dünya muhabbetlerinin işgâl etmesi, ilâhî muhabbetten mahrûmiyetin baş sebebidir.

Bir hadîs-i şerîfte bildirildiği üzere Allah katında dünyanın, bir sivrisineğin kanadı kadar bile değeri yoktur.[3] Bu yüzden Allâh’ı unutarak âdeta dünya metâlarının kasası hâline dönüşen kalplere Cenâb-ı Hak buğzeder.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2017 – Ocak, Sayı: 371, Sayfa: 032