Gönlü Ferahlatan Zikir

EZCÜMLE

Salavatın fazileti nedir? Çokça salavat getirmek hastalığa şifâ, gönle safâ olur mu? Sıkıntıyı gideren, gönlü ferahlatan zikir: salavat-ı şerif...

“Çokça salavat getirmek bereketlidir;

Derdi, gamı ve problemleri giderir.

Her şeyin önünü açar, rızkı çoğaltır.

Hastalığa şifâ olur, gönle safâ olur.

Cuma hayr…”

SALAVATIN FAZİLETİ NEDİR?

Salavatın fazîleti hakkında birçok hadîs-i şerîf okusak da bazen tekrarlayıp hatırlamaya muhtaç bir varlığız.

Peygamber Efendimiz’in vefatında Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- kendini üzüntüden kaybettiğinde, Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-:

“Muhammed, ancak bir peygamberdir. O’ndan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi O ölür veya öldürülürse gerisin geriye (eski dîninize) mi döneceksiniz? Kim gerisin geriye dönerse, Allâh’a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.” meâlindeki Âl-i İmrân sûresinin 144. âyetini okumuş ve orada bulunan herkesi mânen kendisine getirmiştir.

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“-Vallâhi o güne kadar bu âyeti sanki işitmemiş gibiydim! Onu Ebûbekir’den dinleyince dehşet içinde kaldım. Ayaklarım beni tutmaz olmuştu. Dizlerimin bağı çözüldü ve bulunduğum yere yığılıverdim.” demiştir.

Nasıl Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, Âl-i İmrân sûresindeki bu âyeti Hazret-i Ebûbekir’in ağzından duyduğunda, o kritik anda daha iyi kavramışsa, bazen bir mesaj, bir söz veya belli bir vakit; önceden pek çok kez duyulmuş âyet veya hadîslerin daha iyi kavranmasına vesîle olabiliyor. Tıpkı değerli hocamız Ethem Cebecioğlu’nun yukarıda göndermiş olduğu Cuma mesajı gibi... Bu mesaj vesilesiyle salavâtın dertlere derman oluşunu kavrayıp, inancımız bir kat daha kuvvetlendi.

Allah Teâlâ, Nebî’sine salât eden kulunun hem dünya hem de âhiret sıkıntılarını giderir. Nitekim Übey bin Kâ’b -radıyallâhu anh- diyor ki:

“Hazret-i Peygamber’e:

«-Yâ Rasûlâllah! Ben Sana çok salavât-ı şerîfe getiriyorum. Acaba bunu ne kadar yapmam gerekir?» diye sordum.

«-Dilediğin kadar yap.» buyurdu.

«-Duâlarımın dörtte birini salavât-ı şerîfeye ayırsam uygun olur mu?» diye sordum.

«-Dilediğin kadarını ayır. Ama daha fazla yaparsan senin için hayırlı olur.» buyurdu.

«-Öyleyse duâmın yarısını salavât-ı şerîfeye ayırayım.» dedim.

«-Dilediğin kadar yap. Ama daha fazla yaparsan senin için hayırlı olur.» buyurdu. Ben yine:

«-Şu hâlde üçte ikisi yeter mi?» diye sordum.

«-İstediğin kadar. Ama artırırsan senin için iyi olur.» buyurdu.

«-Öyleyse duâya ayırdığım zamanın hepsinde Sana salavât-ı şerîfe getirsem nasıl olur?» deyince:

«-O takdirde Allah bütün sıkıntılarını giderir ve günahlarını bağışlar.» buyurdu.” (Tirmizî, Kıyâmet, 23)

“SALAVAT, SIKIŞAN KALBİMİ FERAHLATIYOR”

On altı yaşlarında, lise öğrencisi, önceden sohbetlere katılan bir kızımız intihar teşebbüsünde bulundu. Şükür ki kısa zamanda müdâhale edildiği için kurtarıldı. Çaresiz kalan aile, sohbet yapmam için davet ettiklerinde kızcağız perişan hâldeydi. Gözlerinin feri sönmüş, yüzü solgun, iki büklüm kıvrılmış, ümidini yitirmiş bir durumdaydı.

İlk anda ne söyleyeceğimi şaşırmadım değil. Önceden tanıştığımız için havadan sudan konuşup ayrıldık. Sonraki görüşmemizde biraz daha toparlanmıştı. Bu görüşmemizde sadece onu dinledim. Kızcağız:

“-Tamamen ümidimi kesmiş bir hâldeydim. O an çektiğim sıkıntım bana âhirette çekeceğim azâbın yanında kat kat büyük gözüktü ve canıma kıymak istedim. Ama şimdi ne kadar başım darda kalırsa kalsın aslâ canıma kıyamam!” diyerek o anları anlattı.

Ayrılmadan önce, ona bir sonraki görüşmemize kadar sürekli salavat getirmesini söyledim. Anlaşıp ayrıldık. Sonraki görüşmemizde:

“-Nasıl, ödevini yerine getirebildin mi?” diye sorduğumda, salavâtı çokça tekrar ettiğini söyledi.

“-Neler hissettin?” diye sorunca:

“-Salavat, sıkışan kalbimi ferahlatıyor. Önceden kalbim sıkıştığında ona kadar saymayı denerdim. Şimdi salavat getiriyorum ve bir rahatlık hissediyorum. Sanki daralınca nefesim kesilir gibi oluyor. Salavat nefes almamı sağlıyor.”

“DARALDIĞIMDA OKUSAM FERAHLIYORUM”

Yine Kırgızistan’da şöyle bir hâdise yaşandı:

Olga adında, yaşlı, Rus bir bayan doktor vardı. Ahıska Türklerinden bir aile, bu doktorla sık sık görüşürdü. Konu dinden açılınca doktor hanım:

“-Ben önceleri hiçbir dîni kabul etmeden yaşadım. Ailem Hristiyandı. Hristiyanlıkta aklıma yatmayan birçok tezatla karşılaştım. Çevrenin baskısıyla 50 yaşımda vaftiz oldum.” diye hayatından bahsederdi.

Türk aile, Rus bayana sürekli İslâm’ı anlatmış, Rusça’ya çevrilmiş Altınoluk Dergisi ve birçok kitap vermiş. Okudukça:

“-İslâm dini çok hoşuma gidiyor.” diyordu.

Henüz İslâm’a girmemişti. Ama bir gün Türk hanıma şöyle demiş:

“-Ben sürekli yanımda bir söz yazılı kâğıt taşıyorum. O kâğıdı sıkıntılı ânımda açıp okuyunca sıkıntım gidiyor. Daraldığımda okusam ferahlıyorum.”

O hanım, merak edip yazılı kâğıdı istemiş. Okuduğunda bunun bir salavât-ı şerîfe olduğunu görmüş. Meğer Rus doktor, Altınoluk Dergisi’nde gördüğü bir salavâtı okumak kendisini çok rahatlattığı için, bunu, mânâsını bilmeden bir kâğıda yazmış. Bu kâğıdı yanında taşıyor, her bunaldığında, başı sıkıştığında da bu kâğıdı okuyormuş.

İnşâallah bu kardeşimiz, okuyarak ferahladığı bu salavât-ı şerîfe hürmetine îmanla şereflenir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bizim için hayatında da vefatında da; bu dünyada da âhirette de rahmettir, berekettir. Başımız sıkıştığında kime ve nelere sarılacağımızı iyi bilirsek, derdimize devâ buluruz. Hasta gönüllerimizin şifâsı, dertlerimizin devâsı için buyurun hep birlikte okuyalım:

“Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve bârik ve sellim”…

Kaynak: Hatice Şahin, Altınoluk Dergisi, Sayı: 451