Gıpta Edilecek Kardeşlik

Hizmet

Hu­zey­fe -radıyallâhu anh-’ın an­lat­tı­ğı şu hâ­di­se, as­hâ­bın kardeşlik ve di­ğer­gâm­lı­k seviyesini gös­ter­me­si ba­kı­mın­dan ne ka­dar câ­lib-i dik­kat­tir.

“Yermük Muhârebesi’ndeydik. Çarpışmanın şiddeti geçmiş, ok ve mızrak darbeleriyle yaralanan müslümanlar, düştükleri sıcak kumların üzerinde can vermeye başlamışlardı. Bu arada ben de binbir güçlükle kendimi toparlayarak, amcamın oğlunu aramaya başladım. Son anlarını yaşayan yaralıların arasında biraz dolaştıktan sonra, nihâyet aradığımı buldum. Fakat ne çâre, bir kan gölü içinde yatan amcamın oğlu, göz işâretleriyle dahî zor konuşabiliyordu. Daha evvel hazırladığım su kırbasını göstererek:

«–Su istiyor musun?» dedim.

Belli ki istiyordu, çünkü dudakları harâretten âdeta kavrulmuştu. Fakat cevap verecek mecâli yoktu. Göz işâretiyle de muzdarip hâlini îmâ eder gibiydi.

Ben kırbanın ağzını açtım, suyu kendisine doğru uzatırken biraz ötedeki yaralıların arasından bir «Âh!» sesi duyuldu.

Amcamın oğlu, bu feryâdı duyar duymaz, kendisinden vazgeçerek kaş ve göz işâretiyle suyu hemen ona götürmemi istedi. Kızgın kumların üzerinde yatan şehidlerin aralarından koşa koşa ona yetiştim:

«–Su ister misin?» diye sordum. O da göz işâretiyle; «Evet!» dedi. Tam suyu içeceği esnâda bir başka yaralının iniltisi duyuldu. Bu aziz insan da suyu ona götürmemi işâret etti.

Koşup yanına vardığımda, onun şehîd olduğunu gördüm. Derhâl ikinci yaralının yanına döndüm. Kırbayı uzatırken bir de ne göreyim; o da şehîd olmuş!

Bâri amcamın oğluna yetişeyim dedim. Koşa koşa ona gittim. Ne çâre ki, o da ateş gibi yanan kumların üzerinde kavrula kavrula rûhunu teslîm eylemişti... Elimdeki kırba, dolu olarak üç şehîdin ortasında kaldı.”[1]

Hu­zey­fe -radıyallâhu anh- o an­da­ki hâ­let-i rû­hi­ye­si­ni şöy­le an­la­tır:

“–Hayâtım­da bir­çok hâ­di­sey­le kar­şı­laş­tım. Fa­kat hiç­bi­ri be­ni bu ka­dar duy­gu­lan­dı­rıp he­ye­can­lan­dır­ma­dı. Ara­la­rın­da ak­ra­ba­lık gi­bi bir bağ bu­lun­ma­dı­ğı hâl­de, bun­la­rın bir­bir­le­ri­ne kar­şı bu de­re­ce­de­ki di­ğer­gâm, fe­dâ­kâr ve şef­kat­li hâl­le­ri, gıp­ta ile sey­re­dip hay­ran ol­du­ğum en bü­yük îmân ce­lâ­de­ti ola­rak hâ­fı­zam­da de­rin iz­ler bı­rak­tı.”

Velhâsıl muhabbet, kuru bir dâvâdan ibâret değildir. Muhabbet, kardeşinin der­diy­le dert­le­nip ih­ti­yaç­la­rı­nı kar­şı­la­mak, fe­dâ­kâr­lık ve fe­râ­gat göstermek ve elindeki nîmeti onunla paylaşabilmektir. Yukarıdaki misâlde de sergilendiği gibi gerçek kardeşlik, zor zamanlardaki kardeşliktir.

Hadîs-i şerîfte bu­yrulur:

“Bir­bir­le­ri­ne acı­mak­ta, bir­bir­le­ri­ni sev­mek­te ve bir­bir­le­ri­ne şef­kat gös­ter­mek­te, mü’min­le­rin tek bir vü­cut gi­bi ol­duk­la­rı­nı gö­rür­sün! (Bu vü­cû­dun) bir uz­vu muz­da­rip ol­du­ğu tak­dir­de, di­ğer kı­sım­la­rı da uy­ku­suz ka­lıp ateş­ler için­de onun ız­tırâ­bı­nı du­yar­.” (Müs­lim, Birr, 66)

GANİ GÖNLE SAHİP OLMANIN ZARURETİ

Haz­ret-i Pey­gam­ber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- za­man za­man as­hâb-ı ki­râ­ma hi­tâ­ben:

“–As­hâ­bım! Bu­gün bir ye­tim ba­şı ok­şa­dı­nız mı? Has­ta zi­yaretinde ve cenâze teşyiinde bulundunuz mu?” di­ye so­rar­dı. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu su­al­le­riy­le bir mü’minin sırf fer­dî muh­te­vâ­da kal­ma­yıp ic­ti­mâ­îleş­me­si­nin, yani di­ğer­gâm ve ganî bir gön­le sahip ol­ma­sı­nın za­rû­re­ti­ni ifâ­de eder­ler­di. Bu tip ic­ti­mâî hiz­met­le­rin, Ce­nâb-ı Hakk’a ya­kın­lı­ğa ve­sî­le ola­ca­ğı­nı da şöy­le ifâ­de bu­yur­muş­lardır:

“Allah Te­âlâ kı­yâ­met gü­nü:

«–Ey Âde­moğ­lu! Has­ta­lan­dım, Ben’i ziyaret et­me­din.» bu­yu­rur. Âde­moğ­lu:

«–Sen Âlem­le­rin Rab­bi iken ben Sen’i na­sıl ziyaret ede­bi­lir­dim?» der. Allah Te­âlâ:

«–Fa­lan ku­lum has­ta­lan­dı, ziya­re­ti­ne git­me­din. Onu zi­yaret et­sey­din, Ben’i onun ya­nın­da bu­lur­dun. Bu­nu bil­mi­yor mu­sun? Ey Âde­moğ­lu, Ben’i do­yur­ma­nı is­te­dim, do­yur­ma­dın.» bu­yu­rur. Âde­moğ­lu:

«–Sen Âlem­le­rin Rab­bi iken ben Sen’i na­sıl do­yu­ra­bi­lir­dim?» der. Allah Te­âlâ:

«–Fa­lan ku­lum sen­den yi­ye­cek is­te­di, ver­me­din. Eğer ona yi­ye­cek ver­sey­din, ver­di­ği­ni Ben’im ka­tım­da mutlakâ bu­la­cak­tın. Bu­nu bil­mez mi­sin? Ey Âde­moğ­lu! Sen­den su is­te­dim, ver­me­din.» bu­yu­rur. Âde­moğ­lu:

«–Ey Rab­bim! Sen Âlem­le­rin Rab­bi iken ben Sa­na na­sıl su ve­re­bi­lir­dim?» der. Allah Te­âlâ:

«–Fa­lan ku­lum sen­den su is­te­di, ver­me­din. Eğer ona is­te­di­ği­ni ver­sey­din, ver­di­ği­nin se­vâ­bı­nı ka­tım­da bu­lur­dun, bu­nu bil­mez mi­sin?» bu­yu­rur.” (Müs­lim, Birr, 43)

[1] Bkz. Kurtubî, XVII, 28; Zeylaî, Nasbu’r-Râye, II, 318; Hâkim, III, 270/5058.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hizmet, Erkam Yayınları