Gerçek Alimler ve Arifler Arasındaki Ülfet

İLİM

Âlimlerin ve âriflerin birbirini değerlendirmeleri gıyaben olmamalıdır. Üçüncü şahısların yanında yapılan değerlendirmeler, çoğu zaman gıybet olmanın da ötesinde daha büyük yanlışların ve haksızlıkların yapılmasına sebebiyet verebilmektedir. Yanlış bir söz, hüküm, değerlendirme ya da bakış açısı söz konusu ise imkân ve fırsatını bulup bizzat ilgilinin yanına kadar gitmeli ve meseleyi açıklığa kavuşturmalıdır. Ümmet birliği ve Müslümanların birbirine hüsn-i zannının devamı için böyle yapmak en doğru yoldur.

“Bir gün çok sayıda Buhâralı âlim, Muhammed Bahâeddin Nakşbend’in huzûrunda toplandılar. İçlerinden bâzı mutaassıp kimseler:

“Bugün medreselerimizde ilim ve tahsilin aydınlığı kalmadı. İlmî tartışma, araştırma ve incelemeye ehemmiyet verilmez oldu. Çoğu talebe, sizin yolunuza meylederek ilim ve tahsilin zevkini bir kenara bırakıp fenâ ve atâlet köşesine çekildiler. Bu ne hâldir?” deyince Şâh-ı Nakşbend (kuddise sirruh) onlara:

“Ey ulemâ-yı kirâm topluluğu! Şerîat yolunda biz size bağlıyız ve sizin peşinizden gideriz. Sizler Fahr-i Âlem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’den ne nakleder ve beyan buyurursanız, biz ona tâbî oluruz. Eğer bizim yolumuzda Resûlullâh Efendimiz’in Sünnet-i seniyyesine muhâlif bir şey varsa bize gösterin, onu terk edelim. “Eğer bilmiyorsanız ehl-i zikre sorunuz!” (Enbiyâ 21/7) âyet-i kerîmesi mûcibince bizi îkâz edin, hidâyet yolunda mıyız, yoksa değil miyiz haber verin!” buyurdular.

Âlimlerin tamamı:

“Biz sizin yolunuzu etraflıca araştırdık. Sünnet-i seniyyeye uymayan bir şey yoktur.” diye cevap verdiler. Fakat aralarında Molla Hord isminde devrin büyük âlimlerinden biri vardı. O:

“Şu sizin giydiğiniz aba, iki yönden şöhret sebebidir. Birincisi, aba dervişlerin en çok övündükleri şeydir. Diğeri de aba giymekle kendinizi imtiyazlı addediyorsunuz. Bu câiz midir? Şöhrete sebep olan şeyler kişiyi âfete sürükler!” dedi. Hâce hazretleri:

“Bu bizim üzerimizdeki aba, imtiyaz ve şöhreti gerektirecek kadar kıymetli bir şey değildir. Derviş elbiselerinin orta hallisidir. Fakat mâdemki dedikoduya sebep oluyor, biz de onu giymeyiz!” buyurdular ve hemen çıkarıp oradaki bir dervişe hediye ettiler.

Şâh-ı Nakşbend hazretlerinin bunun gibi nice fazîletlerine ve güzel ahlâkına şâhit olan Buhâralı âlimler nihâyetinde:

“Nasıl ki görebilmek için gözün beyazı ile siyahına ihtiyaç varsa, bizim de o şekilde size ihtiyacımız vardır.” dediler.”[1]

Yukarıda anlatılan hâdise bunun en güzel misallerinden biridir.

Sıhhatli bir tasavvuf çizgisinin Kur’an ve sünnete aykırı bir uygulamasının olması söz konusu olamaz. Farklı içtihatları ve anlayışları yok sayarak, yalnız kendi anlayışını dayatmak ve bunun da yegâne doğru olduğuna inanmak, sıhhatli bir duruş değildir. Her hâlükârda konuyu bütün yönleriyle anlamak ve daha sonra hükme varmak en emin yoldur. Aksi halde mânen mesûliyet yüklenilmiş olur.

[1] Salâhaddîn bin Mübârek Buhârî, Enîsü’t-Tâlibîn, s. 278-279.

Kaynak: Adem Ergül, 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları