Gece ve Gündüz Oluşumundaki İlahi Kudret ve Sır

TEFEKKÜR

Gece ve gündüzün ardı sıra gelmesindeki ilahi kudret ve sır nedir? Gece ve gündüzden herhangibiri yavaş ve hızlı olsaydı ne olurdu? Nasıl bir zaman planlaması içinde dönüyor?

Cenâb-ı Hak; gece ve gündüzün birbiri ardına gelmesini, gecenin mahremiyete ve istirahate uygun olarak karanlık, gündüzün ise gayret ve çalışmalara uygun olarak aydınlık olmasını tefekkür etmeye davet ediyor.

Gece ve gündüzün değişimi, dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesinin neticesi. Eğer bu süre, daha yavaş olsaydı, gece ve gündüzün süresi aynı nisbette uzun olurdu.

Nitekim kendi ekseni etrafında yaklaşık 30 günde dönen Ay’da, 15 gün gece, 15 gün gündüz yaşanmaktadır.

Gece ve gündüz uzadıkça, aralarındaki sıcaklık farkı artmaya başlar. 24 saatlik günde bile sıcak ve soğuk farkı oluşmakta, ancak denizlerin geç ısınıp geç soğuması sayesinde bu fark dengelenmektedir.

Cenâb-ı Hak gece ve gündüzü tefekkür ettirerek soruyor:

(Rasûlü’m!) De ki:

«Düşündünüz mü hiç, eğer Allah üzerinizde geceyi ta kıyâmet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka size bir ışık getirecek ilâh kimdir?»

Hâlâ işitmeyecek misiniz?

De ki:

«Söyleyin bakalım, eğer Allah üzerinizde gündüzü tâ kıyâmet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka, istirahat edeceğiniz geceyi size getirecek ilâh kimdir?»

Hâlâ görmeyecek (idrâk etmeyecek) misiniz?” (el-Kasas, 71-72)

Dünya;

  • Kendi etrafında saatte 1.667 kilometre hızla döner.
  • Güneş etrafında da saniyede yaklaşık 30 kilometre hızla döner.
  • Aynı zamanda güneş sistemiyle beraber fezâda da hızla hareket eder.
  • Yörüngesinde aydan ve diğer gezegenlerden kaynaklanan daha birçok tesirlere mâruz kalır.

Lutf-i ilâhî; bizler bu muazzam süratten zarar görmeden, huzur içinde hayatlarımızı yaşıyoruz. Çünkü atmosfer de arz ile beraber dönmekte.

Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Sen dağları görür, onları hareketsiz, sâbit sanırsın. Hâlbuki onlar, bulutların yürümesi gibi yürümektedirler!..” (en-Neml, 88)

Bu âyet-i kerîmede kıtaların yavaş yavaş birbirinden ayrıldığına da işaret vardır.

Bu âyet-i kerîmeleri de bir tefekkür etmeli…

Mîlâdî yedinci asrın Arabistan’ında bir insan bütün bu hakikatleri nasıl bilebilirdi? Nasıl her birinde isabetle, hiç hataya düşmeden asırlar sonra bulunabilecek hususları dile getirebilirdi?

Elbette yüce Peygamber, Âlemlerin Rabbinden vahiy almış ve ancak kendisine vahyedileni bizlere bildirmiştir.

50 sene evvel yazılmış; tıp, fizik ve fezâ kitaplarındaki bilgilerin mühim bir kısmı eskidi, onların yanlış oldukları anlaşıldı. Tashihe muhtaç kaldı. Bir âlimin dediği gibi;

Dünya yaşlandıkça, Kur’ân gençleşiyor!..