Furkân Suresinin 43. Ayeti Ne Anlatıyor?

KUR’ÂNIMIZ

Furkân sûresi 43. âyette ne anlatılmak isteniyor? Nefsini kendisine ilah edinenleri uyaran Furkân Sûresi 43. âyetin Arapçası, anlamı ve tefsiri yazımızda…

Furkân sûresinin 43. âyetinde Allah Teâla şöyle buyuruyor:

Furkân Suresi 43. Ayet Arapça:

اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُۜ اَفَاَنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَك۪يلًاۙ

Furkân Suresi 43. Ayet Meali:

Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilah edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın? (Furkân, 25/43)

NEFSİNİ İLAH EDİNENİN VAY HÂLİNE!

Bilgi:

Mekkeli müşrikler, öldükten sonra tekrar dirileceklerini kabul etmeyerek Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i yalanlıyorlardı. ‘Allah’ın peygamber olarak gönderdiği kimse bu mu? Şayet tanrılarımıza inanmakta sebat etmeseydik, neredeyse bizi tanrılarımızdan saptıracaktı.’ diyerek onunla dalga geçiyorlardı. İşte onlar kendi hevâ ve heveslerini tanrı edinmiş olan kimselerdir. Peygamberlerin dahi onlar için yapabilecekleri bir şey olmayacaktır.

Mesaj:

  1. İnanmayanların ahirette yaşayacağı büyük pişmanlıkları onlara fayda vermeyecektir.
  2. İnkâr etmekte diretip, kendi arzularının peşinde gidenler için peygamberlerin hakikati tebliğ etmekten başka yapacakları bir şey yoktur.

Kelime Dağarcığı:

Hevâ: İstek, arzu, heves, meyil.

Ehl-i hevâ: Nefsinin arzularına düşkün olan.

Kaynak: Diyanet, Kur'an-ı Kerim'den Serlevha Ayetler

TEFSİR

Furkân Suresi 43. Ayet Tefsiri:

  1. Rasûlüm! Nefsinin kötü arzularını kendisine ilâh edinen kim­seyi gördün mü? Senin vazîfen sadece tebliğken, şimdi onun doğru yola gelip gelmemesinden sen mi sorumlu olacaksın?
  2. Yoksa sen onların çoğunun gerçeği dinlediklerini veya akılla­rını kullandıklarını mı sanıyorsun? Onlar tıpkı hayvan sürüsü gibi­dir. Hatta izledikleri yol bakımından hayvanlardan daha şaşkın durumdadırlar.

Müşrikler nefislerinin istediği şekilde putlara tapıyorlardı. Bir putu diğeriyle değiştiriyorlar, kafalarına göre takılıyorlardı. Allah’ın hükmünü hiçe sayıyorlardı. Mü’min ise nefsinin hükmüne değil Allah’ın hükmüne göre amel eder. İnanç bakımından iki kişi arasındaki fark böyle ortaya çıkar. Buna göre aklına düştüğü ve nefsinin arzu ettiği şekilde yaşayan “hevâsının kulu” olur ve bunun acı sonucuna katlanır. Nitekim Hz. Mevlânâ şöyle ikaz eder:

“İnsanın nefsinin zevk sandığı şeyler, gelip geçicidir. Çorak yere ekil­miş tohum gibidir. Bitmez, meyve vermez. Ondan elde edilecek mahsul pişmanlıktır. Kârı da zarardan başka bir şey değildir.” (Mevlânâ, Mesnevî, 486-487. beyitler)

Mevlânâ (k.s.), nefsin putlaştırılmasıyla ilgili olarak da şu muhteşem izahta bulunur:

“Bütün putların anası, sizin nefsinizin putudur. Dışarıda görülen putlar, birer yılandır, halbuki nefis putu bir ejderhadır. Nefis, çakmak taşı ile demirdir. Put ise, çakmak taşından sıçrayan kı­vılcımdır. O kıvılcım su ile söner. Kıvılcım söner ama, çakmak taşı ile demir su ile söndürülebilir mi? İn­san oğlu, bu ikisi kendisiyle beraber oldukça nasıl emîn olabilir? Çakmak taşı ile demirin ateşi, kendi içlerinde gizlenmiştir. Onların iç­lerine su girmez ki ateşi söndürsün. Su, ancak, dışarda bulunan ateşi söndürür. O, taşın ve demirin içine na­sıl girer? Nefsin ve şehvetin sembolü olan çakmak taşı ile demirden, küfrün ve bütün kötülüklerin kıvılcımları sıçrar. Dumanları yükselir. Kaptaki, küpteki su bitse de, nefis çeşmesinin suyu tazedir, kesilme­den akar durur… Nefsin, her anda bir hilesi vardır ki, onun her hilesi ile isyan denizinde yüzlerce Firavun ile o Firavun’a uyanlar batmadadır. Sen, kurtulmak istiyorsan, Mûsâ’nın Rabbi’ne sığın. Benliğe kapılıp, firavunluk ederek imanını kaybetme. Ey kardeş! Sen Allah’ın emrine ve Azîz Peygamberimizin sünnetine uy da, ten Ebû Cehli’nden ve nefsânî isteklerden kurtul...” (bk. Mevlânâ, Mesnevî, 371-383. beyitler)

Bu bakımdan, Peygamberin vazifesi sadece tebliğ etmektir. Onun kimse üzerinde baskı yapma veya kimseyi zorla müslüman yapma yetkisi yoktur. Çünkü hidâyet ve sapıklık peygamberin elinde değildir; o sadece gerçeği bildirmekle mesuldür.

Nefsânî arzularını putlaştıran, onun peşinden koşan ve başka bir şey düşünemeyen kimselerin, bu durumları devam ettiği müddetçe Peygamber (s.a.s.)’in davetine kulak vermeleri, onu anlamaları ve akıllarını kullanarak sıhhatli bir neticeye ulaşmaları zordur. Bu tutum ve davranışlarıyla onlar, ancak düşünme melekesi bulunmayan hayvanlardan daha şaşkın ve daha iz’ansız bir duruma düşmektedirler. Koyunların ve sığırların, çobanlarının kendilerini nereye: otlağa mı yoksa kesimhaneye mi götürdüğünü bilmedikleri gibi, böyle ahmaklar da nereye: felakete mi yoksa kurtuluşa mı sürüklendiklerini bilmezler. Aradaki tek fark, hayvanların aklının olmaması ve götürüldükleri yer konusunda sorumluluklarının bulunmamasıdır. Fakat, ne yazık ki, akıl nimetiyle donatılmış insanlar da hayvanlar gibi davranabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında, durumlarının hayvanlarınkinden çok daha kötü olduğu anlaşılır. Yine hayvanlar Rablerini bilir, O’nu tesbih eder, gidip otlayacakları yerleri bulur, bilip tanıdıkları sahiplerinin arkasından giderler. Bu ahmaklar ise kendilerini hakka yöneltenin arkasından gitmezler. Kendilerini yaratıp rızıklandıran Rablerini de tanımazlar. Bu açıdan da onların hayvanlardan daha şaşkın ve aşağı seviyede oldukları anlaşılır.

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri, kuranvemeali.com