Feth-i Mübin Nedir?

Nübüvveti

Feth-i mübin neye denir? İşte Allah’ın müjdelediği büyük fetih...

Hudeybiye sulhunun şartlarına dış cepheden bakarak sevinen müşrikler, aslında farkında olmadan mü’minlerin önünü tıkayan engelleri kaldırmış, onları kendilerinden daha üstün bir mevkîye koymuşlardı. Resûlullâh’ın dışında hemen her sahâbînin de bu antlaşmayı kendi aleyhlerineymiş gibi görerek kabûle yanaşmamaları ise müşriklerin gözlerini bir kat daha perdelemiş, büyük bir muvaffakıyet kazanma edâsı ile şartları çe­kinmeden imzâlamışlardı. Ancak başlangıçta sırrı mü’minlere bile kapalı olan bu sulhun gerçek mâhiyeti, şartnâme uygulandıkça yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.

KAT KAT ARTAN BEREKET 

Bu sulhun sağlayacağı bereketi, tâ başından beri bilmekte olan Allâh Resûlü, Hudeybiye Muâhedesi’nin şartlarına son derece riâyet gösteriyor, ondaki açıklıklardan da istifâde etmekten geri kalmıyordu. Nitekim bâzı Mekkeli mü’min kadınların Medîne’ye sığınması üzerine müşriklerin vâkî olan isteklerini reddettiler. Çünkü muâhededeki madde, sâdece erkeklere şâmildi. Zâten Cenâb-ı Hak da kadınların teslîm edilmemesini emir buyurmaktaydı:

“Ey îmân edenler! Mü’min kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları imtihân edin! Allâh onların îmanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar oldukla­rını anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin! Bunlar, onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar. Onların (kocalarının) sarf ettiklerini (mehirlerini) geri verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları (ise) nikâhınızda tutmayın, sarf ettiğinizi isteyin! Onlar da sarf ettiklerini is­tesinler. Allâh’ın hükmü budur. Aranızda O hükmeder. Allâh her şeyi bilendir, hikmet sâhibidir.” (el-Mümtehine, 10)[1]

Bu arada Ebû Basîr adında Müslüman olmuş bir Mekkeli de Medîne’ye sığınmıştı. Ancak Hazret-i Peygamber, şartnâmeye göre onu müşriklere teslîm etmek zorunda kaldı. Ebû Basîr de önce Allâh Resûlü’nün bu hareketine bir mânâ veremeyerek:

“–Beni puta tapıcılığa mı döndürmek istiyorsunuz?” sözleriyle hayretini izhâr etti. Resûlullâh, sâkin bir şekilde onu tesellî buyurdu:

“–Ey Ebû Basîr! Biz ahdimizi bozamayız. Ama sen biraz sabret; Allâh Teâlâ, sana ve senin gibilere elbette bir selâmet yolu gösterecektir.”

Bu sözlerden sonra Ebû Basîr, sesini çıkarmayarak hükm-i Peygamberî’ye boyun büktü. Umum Müslümanların durumunu düşünerek müşriklere teslîm oldu. Ancak o, Mekke’ye değil, ölüme götürülüyordu. Bunu bildiğinden kendisini götürenlere bir fırsatını bulup yolda hücûm ederek nefsini müdâfaa etti. Kendisini götüren iki kişiden Huneys’i öldürdü, diğerini elinden kaçırdı. Ebû Basîr Huneys’in elbisesi, eşyâsı ve kılıcını aldı, Allâh Resûlü’ne getirdi ve:

“–Yâ Resûlallâh! Bunların beşte birini ayır, kendin için al!” dedi. Efendimiz:

“–Ben bunun beşte birini aldığım zaman, onlarla yapmış olduğum muâhedeye riâyet etmemiş olurum. Fakat senin tutumun da öldürdüğün adamın eşyâsı da seni ilgilendirir.” buyurdu. (Vâkıdî, II, 626-627)

Kaçırdığı müşrik de gelmiş Resûlullâh’tan yine kendisini istiyordu. Bu sefer Ebû Basîr:

“–Ey Allâh’ın Resûlü! Siz beni bunlara teslîm etmekle muâhedeye riâyet ettiniz. Ama ben nefsimi kurtardım.” dedi.

Ardından Resûlullâh’ın ifâdelerindeki hikmeti firâsetiyle anlayarak Medîne’den çıktı. Deniz kıyısında Mekke ile Şam arasında Îs denilen bir yere yerleşti. Kısa bir müddet sonra orası tarafsız bir bölge olarak bir ilticâ mekânı hâline geldi. Ebû Cendel’in de kurtulup sığındığı bu yerdeki Müslümanların sayısı çok geçmeden üç yüze ulaştı. Mekkelilerin Şam ticâret yolu tehlikeye girdi. Bunun üzerine Mekkeli müşrik­ler, çâresiz kalarak Allâh Resûlü’nden bu husustaki maddenin kaldırılmasını taleb ettiler. Yâni Mekke’den Müslüman olup da kaçanların Medîne’ye ka­bûl olunmasını ricâ ettiler. Böylece Müslümanlar için aleyhte olan bir madde, kısa za­manda mü’minlerin lehine dönmüş oldu.[2]

Allâh Resûlü, Ebû Basîr cemaatine mektup gönderdi. Fakat Ebû Basîr ölmek üzere idi. Mektubu okudu ve o mektup elinde olduğu hâlde rûhunu teslîm etti. Ebû Cendel onu öldüğü yere defnetti ve kabrinin yanına bir mescid inşâ etti. Ebû Cendel, yanındaki Müslümanlarla birlikte Medîne’ye geldi ve Resûlullâh ile birlikte pek çok cihâda katıldı.[3]

FETH-İ MÜBİN NE DEMEK?

Hudeybiye’de tahakkuk eden bu sulh ortamı, İslâm teblîğinin hızlanması için bir dönüm noktası oldu. Zîrâ Allâh Teâlâ bunu “Feth-i Mübîn” olarak tavsîf etmektedir.[4]

Allâh Resûlü, Hudeybiye’nin büyük bir fetih olduğunu bildirdiğinde ashâbdan biri:

“–Beytullâh’ı tavâftan alıkonulduk, kurbanlarımızın Harem’de kesilmesine mânî olundu. Müslüman olarak bize gelip sığınan iki kişiyi de Resûlullâh geri verdi. Bu nasıl fetihtir?” diyerek söylendi.

EN BÜYÜK FETİH

Onun bu sözleri Efendimiz’e ulaşınca Resûl-i Ekrem, bu müsâlahanın hangi yönden büyük bir fetih olduğunu şöyle îzah buyurdu:

“−Evet! Bu müsâlaha en büyük fetihtir. Müşrikler sizin, kendi beldelerine gidip gelmenize ve işinizi görmenize râzı olmuş, gidip gelirken de emniyet ve selâmet içinde bulunmanızı istemiştir. Onlar şimdiye kadar istemedikleri, hoşlanmadıkları İslâm’ı, böylece sizlerden görecek ve öğrenecekler. Allâh sizi muzaffer kılacak, gittiğiniz yerden sâlimen ve kazançlı olarak döneceksiniz. Bu ise fetihlerin en büyüğüdür. (Halebî, II, 715)

[1] Bkz. Buhârî, Şurût, 15; Vâkıdî, II, 631-632.

[2] Bkz. Buhârî, Şurût, 15; İbn-i Hişâm, III, 372.

[3] Bkz. Vâkıdî, II, 629.

[4] Bkz. el-Fetih, 1.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları