Ferâset Fetânet Nedir?

HAYATIMIZ

Firâset ve fetânet  ne demektir? Bu özellikleri sahip insanlar nasıl bir karakter yapısına sahiptir?

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hazret-i İbrâhim’e indirilen on Suhuf’tan şunları nakleder:

“Akıl sahibinin belli saatleri olmalı:

- Vaktinin bir bölümünü Rabbine duâ ve münâcâta,

- Bir kısmını Yüce Allâh’ın sanat ve kudretini tefekküre,

- Bir kısmını geçmişte işlediklerini muhâsebe etmeye ve gelecekte işleyeceklerini plânlamaya,

- Bir kısmını da helâlinden maîşetini kazanmaya ayırmalıdır.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 167; İbn-i Esîr, el-Kâmil, I, 124)

Peygamberler, insanlar içinde akıl, zekâ ve firâset başta olmak üzere her bakımdan en üst derecededirler. Onlar, kuvvetli bir hâfıza, yüksek bir idrâk, güçlü bir mantık ve iknâ kâbiliyetine sahiptirler. Bu kâbiliyetin adına “fetânet” denir.

Bir müslümanın da, peygamberlerdeki fetânet sıfatından hisse alıp akıllı, uyanık ve firâset sahibi olması îcâb eder.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Mü’minin firâsetinden sakınınız! Çünkü o, Allâh’ın nûruyla bakar.” buyurmuştur. (Tirmizî, Tefsîr, 15/3127)

Peygamberlerin sıfatlarından bir cüz olan firâset, ince bir zekâ ile muhâtabın akıl seviyesine göre davranmaktır. Zira bir kimseyi sevindiren bir davranış, diğer bir kimseyi üzebilir.

Firâsetli bir müslüman, kime, neyi, ne zaman, nasıl söyleyeceğini ve ne şekilde davranacağını iyi bilir.

MÜSLÜMANLAR HABEŞİSTAN'DA

Müslümanlardan bir grup, Câfer-i Tayyâr başkanlığında Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Hristiyan olan Habeş Necâşîsi, Kur’ân-ı Kerîm’i merak ederek, Câfer-i Tayyâr’dan birkaç âyet okumasını istedi. Câfer -radıyallâhu anh- güzel bir firâset örneği sergileyerek, inkârcılara meydan okuyan âyetleri değil de, içinde Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm- ve annesinden medh ü senâ ile bahsedilen Meryem Sûresi’ni okudu. Kur’ân-ı Kerîm’i huşû içinde dinleyen Necâşî, yaşlı gözlerle:

“–Şüphesiz şu dinlediklerim ile Hazret-i Îsâ’nın getirdiği hakîkatler, aynı nûr kaynağından fışkırıyor!” dedi ve bir müddet sonra da İslâm ile şereflendi. (İbn-i Hişâm, I, 358-360)

SÜLEYMAN -ALEYHİSSELÂM

Süleyman -aleyhisselâm- çocukluğundan itibâren yüksek bir anlayışa sahip, çok zeki biriydi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onunla ilgili şöyle bir hâdise anlatır:

“…Vaktiyle iki kadın ve beraberlerinde çocukları vardı. Yolda giderlerken bir kurt gelip kadınlardan büyük olanın çocuğunu kaptı. O hemen küçük kadına:

«–Kurt, senin çocuğunu götürdü.» dedi.

Diğer kadın:

«–Hayır, senin çocuğunu götürdü!» dedi.

Nihâyet bu iki kadın, aralarında hükmetmesi için Dâvûd -aleyhisselâm-’a mürâcaat ettiler. Hazret-i Dâvûd, çocuğun büyük kadına âit olduğuna hükmetti. Kadınlar oradan çıkıp, Dâvûd -aleyhisselâm-’ın oğlu Hazret-i Süleyman’a gittiler. Babasının verdiği hükmü söylediler. Süleyman -aleyhisselâm- da:

«–Bana bir bıçak getirin! Çocuğu bu iki kadın arasında paylaştırayım!» dedi. Küçük kadın hemen atılıp:

«–Aman öyle yapma! Allah sana rahmet eylesin! Çocuk bu kadınındır!» dedi.

Bunun üzerine Süleyman -aleyhisselâm- çocuğun küçük kadına âit olduğuna hükmetti.” (Buhârî, Enbiyâ, 40)

Firâset hususunda güzel bir misal de şöyledir:

Yıldırım Bâyezîd’i Ankara’da mağlûb eden Timur, Osmanlı’yı haraca bağlamıştı. Birkaç yıl sonra İlhanlılar, Timur’un vârisi olduklarını iddia ederek aynı haracı talep ettiler. II. Murad zamanında tamamen toparlanıp güçlenmiş olan Osmanlı Devleti’nin paşaları, Sultân’a:

“–Pâdişâhım! Bunlara hâlâ ne diye haraç veriyoruz? Artık şunları başımızdan defedelim!..” dediler.

Sultan II. Murad Hân, bu hissî talebe şu ibretli cevabı verdi:

“–Onlar bizim yükselişimizin ve şu anki kudretimizin farkında değiller. Şâyet şimdi biz, istedikleri parayı vermezsek, sıradan da olsa bir ordu toplayıp üzerimize gelirler. Gerçi mağlûb olurlar; ama müslüman kanı akar... Dolayısıyla siz onlara istedikleri parayı şu an için vermeye devam edin! Zira para için müslüman kanı akıtmak istemem!

Ancak İlhanlı elçilerine öyle gösteriler yapın ve ordumuzun ihtişâmını seyrettirin ki, sahip olduğumuz kuvvet ve kudretin farkına varsınlar. Bir daha kendilerinden çok üstün olduğu muhakkak olan bu Devlet-i Aliyye’den haraç isteme cür’etini gösteremesinler!..”

Gerçekten de netice, Sultan II. Murad’ın beyân ettiği şekilde tahakkuk etti.

Hâsılı, firâset ve basîret, mü’min için elzem olan vasıflardandır.

Şâh el-Kirmânî şöyle der:

“Kim gözünü haramlardan korur, nefsini şehvetlerden uzak tutar, Sünnet-i Seniyye’ye tâbî olur ve helâl lokmayla beslenirse, onun firâseti hiçbir zaman şaşmaz!” (Kuşeyrî, Risâle, Ebû Osman el-Cebrî bölümü)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Gençlik , Erkam Yayınları