Fatiha Suresi’nin 1. ve 2. Ayetinin Tefsiri

VİDEOLAR

Prof. Dr. Ömer Çelik, Fatiha Suresi’nin 1. ve 2. ayetlerinin tefsirini yapıyor.

1- Rahmân ve Rahîm Allah’ın ismiyle…

2- Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.

Fâtiha Sûresi baştan sona bir duadan ibarettir. Kul bu sûreyi okuyarak Rabbine yalvarır, O’na istek ve ihtiyaçlarını arz eder. Fakat kulun bu isteklerini dile getirirken güzel bir girizgâhla söze başlaması gerekir. En güzel girizgâh ise, sınırsız kudreti karşısında boyun büküp el açarak yalvardığı zâtın yüceliğini, güzelliğini ve nimetlerini dile getirmektir. Bu sebeple Fâtiha Sûresi, “Elhamdülillâh” diyerek âlemlerin Rabbi Allah’a hamdle başlar. Bu dua, kulun Allah’ın yüceliğini kabul ettiğini ve O’nun lütfettiği sayısız nimetlere şükrettiğini gösteren büyük bir tâzim ifadesidir.

HAMD NEDİR?

اَلْحَمْدُ (hamd); sözlükte övmek, senâ etmek, şükretmek ve methetmek gibi mânaları içine alır. Fakat tarif edildiklerinde bu kelimeler arasında bir kısım anlam farklarının bulunduğu görülür. “Hamd”; hür iradesiyle verdiği nimetler ve yaptığı iyilikler karşılığında birini övmek, bütün iyiliklerin sahibi olması sebebiyle de ona gönülden teşekkür etmektir. Yani birinin hamde lâyık olması için, yaptığı iyilik ve güzelliklerin rastgele değil, irade ve istekle hâsıl olması gerekir.

Hamd ederken, hamdettiğimiz varlığın iyilik ve nimetlerinin bize ulaşıp ulaşmaması önemli değildir. Önemli olan o şahsın böyle bir hamde liyakatidir. Hamd; söz, fiil ve hâl ile olur. Sözlü hamd, dille yapılan övgüdür. Hak Teâlâ’yı, kendini övdüğü sözlerle ve nasıl övülmek istiyorsa o şekilde senâ etmektir. Fiille hamd, Allah’ın rızâsını umup O’nun yüce katına yönelerek ibâdet, hayır ve hasenat kabilinden bedenî amelleri yerine getirmektir.

ŞÜKÜR NEDİR?

Halle hamd ise kalbî duygularla gerçekleşir; ilmî ve amelî olgunlukla bezenmek ve üstün ahlâkî vasıflarla donanmak sûretiyle kazanılır. “Şükür”, bize ihsân edilen nimetlerin ve iyiliklerin sahibine yapılan teşekkürdür. Bu, yalnız nimete karşı olur. Hamdde olduğu gibi şükür de hem dil hem fiil hem de kalple yapılır. “Sana şükürler olsun Rabbim” demek dille, “namaz kılmak” fiille, Cenâb-ı Hakk’ın nimetleri karşısında eziklik duyarak kalbin teşekkür hissiyle dolması ise kalple şükre örnek teşkil eder.

“Medih” de bir iyilik ve güzellik karşısında yapılır. Fakat hamdde olduğu gibi, sahibinin bu iyilik ve güzelliklerde iradesinin ve tesirinin olup olmaması şart değildir.

ALLAH’A HAMDETMENİN FAZİLETİ

Allah’a hamdin faziletiyle ilgili Resûlullah şöyle buyurur:

“Allah’ın kullarından birisi, ياَ رَبِّ! لكََ الْحَمْدُ كَمَا ينَْبَغ۪ي لجَِلالَِ وَجْهِكَ وَلعَِظ۪يمِ سُلْطاَنكَِ «Rabbim, zatının yüceliğine, saltanatının büyüklüğüne yakışacak şekilde sana hamd ederim» dedi. Yazıcı meleklere bunun sevabını yazmak zor geldi. Bunu nasıl yazacaklarını bilemediler. Göğe çıktılar ve: «Rabbimiz, senin kulun öyle bir söz söyledi ki onun sevabını nasıl yazacağımızı bilemiyoruz » dediler.

Azîz ve celîl olan Allah kulunun ne söylediğini daha iyi bildiği halde: «Kulum ne dedi?» diye sordu. Melekler onun hamd sözünü tekrar ettiler. Bunun üzerine Yüce Allah o iki meleğe: «Kulumun sözünü, söylediği şekilde yazınız. Bana kavuştuğunda o sözün karşılığını ona ben vereceğim» buyurdu.” (İbn Mâce, Edeb 55)

Cenâb-ı Hak, bütün hamdlere lâyıktır. Çünkü O, Allah’tır. Bütün kemâl sıfatlarının sahibidir. Yine “O, âlemlerin Rabbidir.” (Fâtiha 1/1)

RABB NEDİR?

“Rabb”, “terbiye eden” mânasına gelir. Terbiye ise, bir şeyi adım adım geliştirmek, tedrîcî olarak kemâline erdirmek demektir. Yani terbiyede, bir şeyi en iptidai durumundan alarak en mükemmel noktasına ulaştırmak mânası vardır.

Âyet-i kerîmede اَلرَّبُّ (rab) kelimesi, “mürebbî: terbiye edici” anlamında kullanılmıştır. Rabb, Arapça’da “itaat olunan efendi, işleri yoluna koyan kimse, bir şeyin mâliki, sahibi” gibi anlamlara gelir. İslâm’la birlikte “Benzeri olmayan efendi, verdiği nimetleriyle yaratıklarını terbiye eden, onların durumunu idare eden, düzelten, yaratma ve emretme yetkisine sahip olan” gibi mânalar kazanmıştır. Mürebbi yerine “Rabb” kelimesinin kullanılması ise; hükümranlık, yardım, yönetme, doğru olana ulaştırma, istediği şekilde tasarrufta bulunma, emretme, yasaklama, özendirme, korkutma, ödüllendirme ve cezalandırma gibi terbiyenin bütün gereklerine sahip, kuvvetli ve mükemmel bir mürebbi anlamına işaret eder. Yani Allah, terbiye fiilini en iyi ve en mükemmel mânasıyla gerçekleştiren varlık demektir.

ALEMİN NEDİR?

الْعَالَم۪ينَ (âlemîn), “âlem” kelimesinin çoğulu olarak “âlemler” mânasına gelir. “Âlem”, “ilim” veya “alâmet”ten gelir. “İlim” kökünden geldiği düşünüldüğünde ve kullanılan sîga dikkate alındığında âlemler; melekler, cinler ve insanlar gibi akıl sahibi varlıkları ifade eder. “Alâmet”ten gelmesi durumunda ise, kendini yaratanın varlığına ve birliğine işaret eden bir nişâne demektir. Buna göre “âlemîn”den, Cenâb-ı Hakk’ın bildiği görülebilen ve görülemeyen, sayısız ve sınırsız bütün âlemler kastedilir.

İşte Allah Teâlâ, bütün bu âlemleri var eden, iptidai hallerinden alarak adım adım olgunluğa erdiren, her türlü ihtiyaçlarını karşılayan ve işlerini idare edendir. Yokluk karanlığından varlık aydınlığına geçen bütün mahlukâtı terbiye eden Cenâb-ı Hak’tır. Her varlık bizzat Yüce Rabbimiz tarafından kendi fıtrat sınırları içinde terbiye edilmektedir. Bu ilâhî terbiye çerçevesi dışına çıkan bir yaratığın olması mümkün değildir. İnsanı terbiye eden de O’dur. Onu yoktan yaratan, büyüyüp gelişmesi için her türlü imkânı var eden, ihtiyaçlarını karşılayan, bedenî, ruhî ve aklî kemâline yönlendiren Hak Teâlâ’dır. Ona kitap ve peygamberler göndererek, gereğini yerine getirmek şartıyla fıtratını kemale erdireceği nizamı öğreten de yine O’dur.

Allah, bütün hamdlere lâyıktır. Çünkü:

﴾ اَلرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِلا ﴿