En Yüce Makam Nedir?

İHSAN

Bir kul için en yüce makam nedir?

Rahman ve Rahîm olan Allah dünyayı tevhid ve rahmet içinde yarattı. Mevcudatın mükemmelliği ve güzelliği sayesinde, dünya ilahi bir aynadır. İnsan-ı kâmil de Allah'ın Cemali'nin yansıdığı bir ayna hükmündedir. Bu sebeple Allah'ı bilen, her şeyde O'nu görür, rahmet tezahürleriyle de O'na âşık olur.

Kalpteki ilâhî aynadan insan kendi nefsini bilir hale gelir. Kendi varlık aynasında Rabbini, kendi nefsini ve mahlûkâtı seyreder, fakat tek bir şartla: kalp aynası mücellâ (temiz ve cilâlı) olmalıdır. O zaman ilâhî sıfatlar onun saf kalp aynasında münceli olmaya başlar. İhlas aynasının parlaklığı ilâhî sırların sonsuzluğunu yansıtır. Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Hakîm’de: “Kalp, gördüğünü yalanlamadı” (Necm 11) buyurmuştur. 

Kurbiyet Cennetinin en yüksek derecesi olan miraç hali namazla ikram edilmiştir. Namaz ilâhî huzurun güzelliği ve ihsanlarına ruhun kanat açmasıdır. Kişi El-Bâkî ile sohbetin hakikatine erer ve Allah’ın ilâhî Cemâl’ini müşahede eder. “Göz aydınlığım bana namazda verilmiştir” buyuran Sevgili Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in yaşadığı ilâhî hazları yaşar. 

EN YÜCE MAKAM NEDİR?

En yüksek makam Allah’ı bilmek değil, Allah’ı görmektir. Aşk ehli ve evliyalar dünyadaki varlıklara bakıp Allah'ı görür, hayret eder, vecde kapılırlar. Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri şöyle buyurur: Eğer görüyorsak O'nu görürüz, eğer işitiyorsak O'nu işitiriz, eğer aklımızı kullanırsak O'na yönelik olarak kullanırız, eğer düşünüyorsak O'nu düşünürüz, eğer biliyorsak O'nu biliriz ve eğer iman ediyorsak O'na iman ederiz. Çünkü her bir yüzde yansıyan, her bir işarette görünen, her bir gözün gördüğü, her bir tapınılacak şeyde tapınılan O'dur. Yaratıklarının birisi bile kendi orijinal, yaratılışında, var olan doğasında O'nu bulmaktan geri kalmaz. Bu sebeple bütün âlem O'na ibadet eder, O'nun aşkıyla dolar, akıllar O'nda hayrete düşer.”

En yüksek mükâfat-ı ilahî, gönlünde ne cennet sevdası ne cehennem tasası bulunarak Allah’a ibadet edenlerin mükâfatıdır. Onlar, ancak ve ancak hâlisane olarak O’nun rızası için ibadet ederler. Onlar cennete girecekler ve Rabb-i Zül-Celali ve’l-İkram’ın verdiği şerefe, sınırsız Ruyet-i Cemâl’e mazhar olacaklardır. Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır: “O gün parlak yüzler vardır; Rabb’lerine bakan.” (Kıyâme 22-23)  

Bir keresinde sahabe Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e: Ya Rasûlallah! Acaba kıyamet günü Allah'ı görebilecek miyiz?” diye sordular. Rasûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Bulutsuz bir günde, öğlen ortası güneşi görmenize bir engel var mı?” diye sordu. Sahabe: “Hayır” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yine: “Bulutsuz bir gece, dolunay çıktığında ayı görmenize bir engel var mı?” diye sordu. Sahabiler yine hayır cevabını verdi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki o gün Rabbinizi görmenize bir engel olmayacaktır.”

Şehitler hakkında Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: “Cennete giren hiç kimse, dünyaya geri dönmek istemez, zira yeryüzünde olan her şey orada vardır. Ancak şehit bunun dışındadır. O, mazhar olduğu ikramlar nedeniyle, yeryüzüne dönüp on kere şehit olmayı arzular.” Şehâdet esnasında Cemâlullah’ı görmek öyle tarif edilmez bir şevktir ki şehit o anı tekrar tekrar yaşayabilmeyi arzular.

Veliler, Allah'ın dostları, âşıklar Cemâlullah'ı görmeden yaşayamazlar. Mevlânâ Celaleddîn Rûmî muhteşem diliyle bunu şöyle ifade ediyor: “Senin Cemâl’inden başka bir şey görmek ıstırap oldu! Senden başka her şey boş. Birbirimizi zikretmemiz için Sana yaralı kalbimi verdim ve Senin rengine boyandım. Cemâl’inin cenneti kendisini sûreten tecelli ettirecek olsa ne cehennem ne de içindeki perişan sakinleri kalırdı. Ruhuna yemin olsun! Dünya hükümdarlığı olsa bile Senin Cemâl’inden başka her şey bir hikâye ve aldanmacadır. Güneşin ışığı Senin Cemâl’inin yaptığını yapamaz; Senin Aşkının şiddetinin yaptığını kıyamet gününün dehşeti yapamaz!” 

Bu hâli Bâyezîd-i Bistâmî de çarpıcı bir şekilde şöyle tarif buyurur: “Eğer Hakk Teâlâ cennette Cemâl’ini benden bir göz açıp kapama zamanı perdeleyecek olursa öyle bir âh-u feryâd ederim ki cehennem ehli bana merhamet eder.”

Cemalullah'ı görmek öyle bir güç, öyle bir yakınlıktır ki Hz. Yusuf  aleyhisselâm sarayda kadınların önüne çıktığı zaman, onlar O’nun cemalinin seyrine dalıp meyve yerine ellerini keserken hiç acı hissetmemişlerdir. 

Kemal Edip Kürkçüoğlu bir şiirinde bu duruma ithafen şöyle der: “Bir gören bir daha görsem diye, Allah Allah/Şaşırır aklını ruhsârına hayran olarak/ Âteş-i aşkına bin kere yanıp İbrahim/Görse eylerdi fedâ kendini kurbân olarak.”

Hakiki bir kulun nihai maksadı, hedefi, gayesi Allah’ı görebilmek, O’nun Cemâl'ine bakabilmektir. Allah’ı görmek için can atan ne cennet tutkusu, ne de cehennem korkusuyla ibadet eder. Sırf O’na olan sevgisinden ve şiddetli özleminden, hasretinden ibadet eder. Allah’ın dostları şunları dillendirdiler: “Aşıklarının kalbini öylesine doldurmuştur ki onlar, başka bir şeyden zevk ve haz almazlar. Âşıklarının gönlünde O’na duyulan aşkla yarışabilecek veya yaklaşabilecek hiçbir sevgi yoktur. Ahirette de onlara verilecek en büyük mükâfat Allah’ı görebilmeleri olacaktır.” Zünnuûn el-Mısrî hazretleri buyurur: “Dünya ancak O’nu anmakla hoş olur. Ahiret ancak O’nun affıyla güzelleşir. Cennet de ancak O’nun görülmesiyle tatlanır.”

Allah Teâlâ’ya görebilenler, ancak O’na dünyada kavuşmayı arzu edenlerdir. Mümin, şiddetli bir arzu, acil bir ihtiyaç, yakıcı bir özlem, sonsuz yakarma, pişmanlık gözyaşları akıtmıyorsa, hayâ ve mahviyet hissetmiyorsa, kurbiyet cennetine giremeyecektir. Kalpdeki şirkleri kırmadan nurun güzelliklerini göremeyiz. 

Cemâl-i Bâkî’yi görmek için nefsi O’nda ifna etmek-yok etmek lazımdır. Kalbin aynasını nefs merkezli hasletlerden arındırınca, nur-u ilahi tezahür eder.  Fahr-i Kâinat Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Kâbe'nin fethinde putları kırarken yanına Hz. Ali’yi radıyallahu anh almıştı. Bir büyük putun kırılması için, Hz. Ali, Efendimiz'e; “Omuzuma bas Ya Rasûlallah” dediğinde Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Ya Ali! Taşıyamazsın, sen benim dizime bas” buyurdu. Hz. Ali emre uydu, baltayı puta indirirken, tüm evren boyutlarının Efendimiz'le dopdolu olduğunu seyrediverdi. Hz. Ali kerremallahu vecheh putları kırarken Hz. Muhammed’in nurunu seyretti.   

Kendi varlığımızdan ne kadar ödün verebilir, ne kadar yüksek bir bedel ödeyebilirsek, Ashâb-ı Güzîn’in, Habîb-i Ekrem Efendimiz’in, Celâl ve İkrâm sahibi Rabb'iyle olan kurbiyet cennetinin kokusunu alma şerefine o denli nail olabiliriz. Güzel davranışlarda bulundukça Allah bizi Huzuru’nun güzelliğiyle nimetlendirecektir.

Kaynak: Rabia Brodbeck, Altınoluk Dergisi, Sayı: 439