En Güzel Af Örnekleri

PEYGAMBERİMİZ

Peygamber Efendimiz’in affediciliği nasıldı? Peygamberimizden af örnekleri...

Cenâb-ı Hak affetmeyi sever. Kul, hatâlarına karşı yürekten ıztırap duyarak tevbe ederse, Allah Teâlâ, onun tevbesini kabûl edeceğini taahhüd eder. Kendisi çok affedici olduğu için kullarının da affedici olmasını ister. Kullar için affedici olmak, ilâhî affa nâil olmanın en güzel yoludur.

AF ÖRNEKLERİ

Affın en güzel misâlleri de, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hazret-i Peygamber’in hayâtındadır.

Hudeybiye’de, baskın yaparak Allah Resûlü’nü öldürmek isteyen bir birlik yakalanmıştı. Hazret-i Peygamber onları bağışladı. (Müslim, Cihâd, 132, 133)

PEYGAMBERİMİZİN AFFETTİĞİ KİŞİLER

Allah Resûlü, kendisine sihir yaparak hastalanmasına ve ıztırap çekmesine sebep olan münâfık Lebîd’i ve onu bu işe teşvik eden kimseleri vahiy yoluyla öğrenmişti. Lâkin Lebîd’in ne yüzünü gördü ne de bu suçunu anıp başına kaktı. Hayâtına kastetmiş bulunan Lebîd’i ve onun mensûb olduğu Benî Zurayk Kabîlesi’nden hiç kimseyi de cezâlandırmadı.[1]

Hazret-i Ayşe vâlidemiz:

“–Yâ Resûlallâh! Sihir yapan kimseyi teşhir edip rezil rüsvâ etsen olmaz mı?” dedi. Âlemlerin Fahr-i Ebedîsi şu muhteşem cevâbı verdi:

“–Allah Teâlâ bana şifâ verdi, ben de insanlar üzerine şerri yaymak ve onlara kötülük etmek istemem.” (Buhârî, Edeb, 56)

Resûlullah, cezâlandırmaya gücü yettiği hâlde kendisine büyük bir kötülükte bulunan kimseyi affetmiş, hattâ herhangi bir söz veya îmâ ile dahî olsa suçunu başına kakmamıştır. Çünkü Allah Resûlü Müslüman veya kâfir hiç kimsenin kötülüğünü istemez, herkese büyük bir edep ve ahlâk ile muâmele ederdi.

Hayber’in fethinden sonra bir kadın Allah Resûlü’nün yemeğine zehir koymuştu. Resûlullah eti ağzına aldığında zehirli olduğunu fark etti. Yahudî kadın yemeğe zehir koyduğunu îtirâf ettiği hâlde, Hazret-i Peygamber o kadını affetti. (Buhârî, Tıbb, 55; Müslim, Selâm, 43)

Yemâme’nin lideri Sümâme bin Üsâl (r.a.) Müslüman olunca, Mekke müşrikleriyle olan ticârî ilişkisini kesmişti. Hâlbuki Kureyş her türlü erzak ve ihtiyaçlarını hep Yemâme’den alırdı. Açlık ve kıtlığa mâruz kalan Mekkeliler şaşkınlık içinde Hazret-i Peygamber’e mürâcaat ettiler. Allah Resûlü Sümâme’ye mektup yazarak ticâretine devâm etmesini söyledi. (İbn-i Abdilberr, el-İstîâb, I, 214-215; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, I, 295)

Hâlbuki o müşrikler, üç yıl boyunca Müslümanları açlık içinde kıvrandırmak sûretiyle işkence etmişlerdi. Allah Resûlü bunları bile affetti.

Daha da ötesi Allah Resûlü, hicretin yedinci senesinde Hayber Fethi’nden sonra kuraklık ve kıtlığa dûçâr olan Mekke halkına altın, arpa ve muhtelif yiyecekler göndermek sûretiyle yardımda bulundu. Ebû Süfyân, bunların hepsini teslim alıp Kureyşlilerin fakirlerine dağıttı ve:

“–Allah, kardeşimin oğlunu hayırla mükâfatlandırsın! Çünkü O, akrabâlık hakkını gözetti!” diyerek duyduğu memnûniyeti ifâde etti. (Ya’kûbî, II, 56)

Böylesine büyük fazîletler karşısında gönülleri yumuşayan Mekke halkı bir müddet sonra tamamen müslüman oldu. Resûlullah, Uhud Harbi’nde amcası Hazret-i Hamza’nın ciğerini hırsla dişleyen Hind’i bile, îmânı mukâbilinde Mekke Fethi’nde affetmiştir.

Hind, bey’at etmek isteyen diğer kadınlarla birlikte Resûlullah Efendimiz’in huzûr-i âlîlerine geldi. Tanınmamak için yüzünü peçelemiş, kılık-kıyâfetini değiştirmişti. Öldürülmekten korkuyor, Peygamber Efendimiz’den uzak duruyordu. Diğer kadınlar konuşmayınca Hind:

“–Yâ Resûlallâh! Allâh’a hamd olsun ki, kendisi için seçip beğendiği dînini üstün kıldı. Muhakkak ki, Sen’in rahmetin bana da dokunacaktır! Ey Muhammed! Ben şimdi Allâh’a inanmış ve O’nu tasdik etmiş bir kadınım!” dedi. Sonra yüzünden peçeyi açıp:

“–Ben Hind bint-i Utbe’yim! Allah geçmiş günahları affeder. Sen beni bağışla ki, Allah da Sen’i bağışlasın!” dedi. Resûlullah tebessüm etti, Hind’i yanına çağırdı ve:

“–Demek sen Hind bint-i Utbe’sin?!” buyurdu. Hind:

“–Evet!” dedi. Allah Resûlü:

“–Merhabâ, hoş geldin!” buyurdu. Hind:

“–Vallâhi yâ Resûlallâh! Dün, yeryüzünde Sen’in hâne halkın ve taraftarların kadar zillete ve hakârete uğramasını istediğim başka bir kimse yoktu! Bugün sabaha çıktığımda ise, Sen’in hâne halkın ve taraftarların kadar izzet ve şerefe nâil olmasını istediğim başka biri yok!” dedi. Resûlullah:

“–Senin bu hâlin daha da artacaktır!” buyurdu. (Bkz. Vâkıdî, II, 850; Taberî, XXVIII, 99; Zemahşerî, VI, 107; Diyarbekrî, II, 89)

Allah Resûlü, kelime-i tevhîdin şânı hürmetine Hind’i ve daha nicelerini bağışlamışlardır.

MEKKE’NİN FETHİ’NDE GERÇEKLEŞEN GENEL AF

Diğer taraftan merhamet Peygamberi, fetihten sonra ne yapacağını merakla bekleyen Mekke halkına:

“–Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim, sizin hakkınızda ne yapacağımı sanırsınız?” diye sordu. Kureyşliler:

“–Biz Sen’in hayır ve iyilik yapacağını umarak; «Hayır yapacaksın!» deriz. Sen, kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun!..” dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:

“–Ben de Hazret-i Yûsuf’un kardeşlerine dediği gibi; «Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok!» diyorum. Haydi gidiniz, artık serbestsiniz!” buyurdu. Bir diğer hitâbında da:

“–Bugün merhamet günüdür. Bugün Allâh’ın, Kureyşlileri İslâmiyet’le güçlendirip üstün kılacağı bir gündür.” buyurdu. (Bkz. İbn-i Hişâm, IV, 32; Vâkıdî, II, 835; İbn-i Sa’d, II, 142-143)

Mekkeliler Peygamber Efendimiz’e İslâm üzerine bey’at ettiler. Güçleri yettiğince Allâh’ın ve Rasûlü’nün emirlerini dinleyip itaat edeceklerine dâir söz verdiler. Bu esnâda Resûlullah amcası Hazret-i Abbâs’a:

“–Kardeşin Ebû Leheb’in iki oğlu Utbe ve Muattib nerede kaldılar? Onları göremedim?!” buyurdu. Hazret-i Abbas (r.a.):

“–Herhalde Kureyş müşriklerinden uzaklara çekip gidenlerle birlikte onlar da gitmişlerdir.” dedi. Resûlullah:

“–Onları bulup bana getir!” buyurdu. Abbas (r.a.), hayvanına binip onları aramaya gitti. Bulduğunda:

“–Resûlullah sizi çağırıyor!” dedi. Onlar da derhâl hayvanlarına binip Hazret-i Abbas’la (r.a.) birlikte Allah Resûlü’nün huzûruna geldiler.

Peygamber Efendimiz onları İslâm’a dâvet edince, hemen Müslüman oldular. Fahr-i Kâinât Efendimiz onların İslâm’a girmesine çok sevindi. Ellerinden tutup Mültezem’e[2] götürdü ve onlar için bir müddet Allâh’a duâ etti. Sonra döndü. Resûlullah Efendimiz’in yüzünde büyük bir sürur müşâhede ediliyordu. Hazret-i Abbas:

“–Yâ Resûlâllah! Allah Sen’i mesrur kılsın! Mübârek yüzünde büyük bir sevinç görüyorum.” dedi. Peygamber Efendimiz:

“–Evet! Rabbimden amcamın oğullarını benim için bağışlamasını niyâz ettim. O da bağışladı!” buyur­du.

Utbe ile Muattib (r.a.) artık Efendimizʼden hiç ayrılmıyorlardı. Oʼnunla birlikte Mekke yakınlarındaki Huneynʼe gittiler. Huneyn Gazvesiʼnde müslümanların yaşadığı bir anlık bozgun esnâsında dahî onlar Allah Resûlüʼnün yanından hiç ayrılmadılar. Hattâ Muattib (r.a.) o gün Fahr-i Kâinât Efendimizʼi müdâfaa ederken gözünden yaralandı. (Bkz. İbn-i Sa’d, IV, 60, Süyûtî, Hasâisü’l-Kübrâ, II, 82; Halebî, İnsânu’l-Uyûn, III, 48)

Ebû Leheb, oğullarıyla birlikte Fahr-i Kâinât Efendimiz’in en azılı düşmanı idi. Yapmadığı işkence ve kötülük kalmamıştı. Ancak Resûlullah kelime-i tevhîd hatırına onları da affetti. Ebû Leheb hayatta olup îmân etseydi, hiç şüphesiz Allah Resûlü onu da affeder ve müslüman olduğu için büyük bir sürur duyardı. Lâkin kader-i ilâhi, bizim idrak sınırlarımızın üzerinde meçhul bir sırlar âlemidir.

Ebû Cehl’in oğlu İkrime, sayılı İslâm düşmanlarındandı. Mekke’nin fethinden sonra Yemen’e kaçmıştı. Karısı, müslüman olarak onu Hazret-i Peygamber’in yanına getirdi. Allah Resûlü İkrime’yi memnûniyetle karşılayarak:

“–Ey göçmen süvârî, hoş geldin!” buyurdular ve onun müslümanlara karşı yaptığı zulmü yüzüne vurmayıp affettiler. (Tirmizî, İsti’zân, 34/2735)

Hebbâr bin Esved de İslâm düşmanlarının önde gelenlerinden biriydi. Mekke’den Medîne’ye deve üzerinde hicret ederken, kasden Hazret-i Peygamber’in kızı Zeynep’e (r.a.) mızrağıyla vurarak onu deveden düşürmüştü. Hazret-i Zeyneb hâmile olduğundan çocuğunu düşürmüş ve ağır bir şekilde yaralanmıştı. Bu yara daha sonra vefâtına sebep olmuştu.

Hebbâr, bunun gibi daha birçok suç işlemişti. Mekke’nin fethinden sonra kaçtı ve ele geçirilemedi. Resûlullah Medîne’de ashâbıyla oturduğu bir esnâda huzûr-i saâdete gelerek Müslüman olduğunu bildirdi. Hazret-i Peygamber onu da affetti. Ashâbına, ona hakâret etmeyi ve târizde bulunmayı dahî yasakladı. (Vâkıdî, II, 857-858)

KUR'AN'DA AF AYETİ

Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de:

(Ey Resûlüm!) Sen af yolunu tut; bağışla; uygun olanı emret; câhillere aldırış etme!” buyruluyordu. (el-A’râf, 199)

Hazret-i Peygamber, ümmetini mağfiret eylemesi için Allâh’a çokça duâ ederdi. (İbn-i Mâce, Menâsik, 56; Ahmed, IV, 14)

[1] Bkz. İbn-i Sa’d, II, 197; Buhârî, Tıbb, 47, 49; Müslim, Selâm, 43; Nesâî, Tahrîm, 20; Ahmed, IV, 367, VI, 57; Aynî, XXI, 282.

[2] Mültezem: Kâbe’nin kapısı ile Hacer-i Esved arasında kalan kısma denir. Peygamber Efendimiz Mültezem’de durup sadrını, yüzünü, kollarını ve avuçlarını Kâbe’nin duvarına koymuş, kollarını ve ellerini iyice yayarak duâ etmiştir. (Ebû Dâvûd, Menâsık, 54/1899) Bir hadîs-i şerîfinde de: “Hacer-i Esved ile Makam-ı İbrâhîm arası Mültezem’dir. Burada duâ eden hastalar şifâ bulur.” buyurmuştur. (Heysemî, III, 246)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Rahmet Peygamberi, Erkam Yayınları