Ehl-i Beyt Terbiyesi

Ailesi

Ehl-i Beyt terbiyesi nasıldı?

Resûlullah şefkatle üzerlerine titrediği âile efrâdının, insanlığa numûne olacak seviyede bir takvâ hayâtı yaşamalarını arzu ediyordu. Son derece aziz tuttuğu Ehl-i Beyt’ini, dünyâda da âhirette de bu izzet içinde yaşatacak bir tevâzû, sadelik ve letâfet ile dâimâ ihlâs ve derin bir takvâya sevk ediyordu. “Asıl hayat, âhiret hayâtıdır.” (Buhârî, Rikâk, 1) buyurarak, bâzen mübah olan hususlarda bile, dünyâ meyli başlar endişesiyle onları başkalarından daha fazla zühd, riyâzat ve takvâya yönlendiriyordu.

Efendimiz’in, kızı Fâtıma vâlidemize apayrı bir muhabbeti vardı. Hiçbir kız, babasını Fâtıma vâlidemizin Peygamber Efendimiz’i sevdiği kadar sevemez. Hiçbir baba da kızını, Peygamber Efendimiz’in, kızı Fâtıma’yı sevdiği kadar sevemez. Bu sebeple her âilede bir Fâtıma isminin bulunmasının, Efendimiz’e yakınlık bakımından bir rahmet ve bereket vesîlesi olacağı kanaatindeyiz. Efendimiz:

“Fâtıma benden bir parçadır. Onu üzen beni üzmüş, onu sevindiren beni sevindirmiş olur.”[1] buyurup onun cennet hanımlarının en fazîletlilerinden olduğunu müjdelerken,[2] diğer taraftan da Hazret-i Fâtıma’ya Peygamber kızı olmasına güvenerek âhiret kurtuluşu husûsunda gaflet göstermemesi gerektiğini her fırsatta tembih ediyordu:

“Ey Fâtıma! Kendini cehennemden kurtarmaya bak! Çünkü sizi Allâh’ın azâbından kurtarmaya benim gücüm yetmez. Ama aramızdaki akrabalık bağı sebebiyle (kıyamette de) sizinle alâkamı kesmeyeceğim.” (Müslim, Îmân, 348, 351)[3]

Âile efrâdı içinde en çok Hazret-i Fâtıma’yı sevmesine rağmen, onun dünyâ nîmetlerini asgarî seviyede ve bir riyâzat hâli içinde kullanmasını isteyen Peygamber Efendimiz, fazla imkânların infâk edilmesini arzu ediyordu. Gönüllerinde dünyâya karşı en ufak bir meyil doğmasına dahî mahal vermiyordu. Böylece sevgili kerîmesini dâimâ Allâh’a ve âhirete yönlendiriyordu.

Bir gün Efendimiz, kızı Fâtıma’da bir gerdanlık gördü. O ince ve zarif hanım, babasının memnûniyetsizliğini kavramakta gecikmedi. Derhâl gidip o gerdanlığı sattı ve kendisi de muhtaç olduğu hâlde müstağnî davranarak parasıyla bir köle alıp âzâd etti. Efendimiz kızının bu şefkat, merhamet ve îsâr hâlinden son derece memnun oldu. (Nesâî, Ziynet, 39)

Hazret-i Fâtıma, zayıf ve nahif bir hanımdı. Ev işleri ise hayli yorucuydu. Hazret-i Fâtıma, ocağı yakar, yemek pişirmeye çalışırdı. Bâzen ateşi üflerken çıkan kıvılcımlar benek benek elbisesini yakardı. Evi süpürmekten üstü-başı toz-toprak içinde kalırdı. Un öğütmek için değirmen taşını çevirmekten ellerinin, su taşımaktan da sırtının yara içinde kaldığı zamanlar olurdu.

Bir ara Allah Resûlü’ne savaş esirleri getirilmişti. Hazret-i Fâtıma, onlar içinden kendisine bir yardımcı vermesini babasından taleb etti. Lâkin Hazret-i Peygamber dünyâdaki en sevgili varlığı olan kızı Fâtıma’yı yine ebedî saâdete yönlendirerek:

“−Ey Fâtıma! Allah’tan ittikâ et! Allâh’ın farzlarını (huşû ile) edâ et! Âilenin işlerini yap! Yatağına girince otuz üç kere sübhânallâh, otuz üç kere el-hamdü lillâh, otuz dört kere Allâhu ekber, de! Böylece hepsi yüz yapar. Bu senin için hizmetkârdan daha hayırlıdır.” buyurdu.

Hazret-i Fâtıma büyük bir teslîmiyet ve rızâ hâli içinde:

“−Allah’tan ve Resûlü’nden râzıyım!” dedi. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, bu kadar aziz tuttuğu kızına bir hizmetkâr vermekten müstağnî kaldı. (Ebû Dâvûd, Harac, 19-20/2988)

Diğer bir rivâyette Efendimiz’in şunları da söylediği nakledilmektedir:

“Vallâhi Ehl-i Suffe açlıktan mîdelerine taş bağlar ve ben de onlar için harcayacak bir şey bulamazken, size hizmetkâr veremem. Esirlerin karşılığında alacağım fidyeleri Ashâb-ı Suffe için harcayacağım.” (Ahmed, I, 106)

İşte Efendimiz, evlâdını böylesine mütevâzı bir hayat tarzı içinde yetiştirmişti. Zîrâ o Fâtıma vâlidemiz ki, Ehl-i Beyt’e, altın silsilelere, yâni Şâh Geylânîlere, Bahâeddîn Nakşibendîlere, Ahmed er-Rifâîlere ve daha nice evliyâ, asfiyâ, ebrâr ve mukarrabîne “ana” olacak ve ümmetin hanımlarına da nezih hayâtıyla örnek teşkil edecekti.

PEYGAMBERİMİZİN MANEVİ TERBİYESİ

Efendimiz’in, âile efrâdına mânevî terbiye vermesi ve onları ebedî hayâta hazırlaması husûsundaki diğer bir misâl de şöyledir:

Ahzâb Sûresi’nden:

“Ey Peygamber’in hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir edâ ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümîde kapılır. Güzel söz söyleyin! Hem vakarınızla evlerinizde durun da evvelki câhiliyet çıkışı gibi süslenip çıkmayın! Namaz kılın, zekât verin, Allah ve Rasûlü’ne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günâhı gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor.” (el-Ahzâb, 32-33) âyetleri nâzil olduğunda Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, altı ay boyunca sabah namazına giderken tedbir mâhiyetinde Hazret-i Fâtıma’nın kapısına uğramış ve:

“–Namaz(a kalkın) ey Ehl-i Beyt! «Allah sizden, sadece günâhı gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor.» buyurmuştur. (Tirmizî, Tefsîr, 33/3206)

Yine ebedî hayâtın en mühim saâdet sermâyelerinden biri olan teheccüd namazı için, yorgunluk sebebiyle kalkamamaları ihtimâline binâen, Peygamber Efendimiz bâzı geceler Hazret-i Ali ile Fâtıma’nın kapısını çalar, teheccüd vaktinin geldiğini hatırlatırdı.

Enes bin Mâlik (r.a.) der ki:

“Âile fertlerine karşı Resûlullah’tan daha şefkatli kimse görmedim.”

Bu ifade aynı zamanda, âile halkını Peygamber Efendimiz’den daha güzel yetiştiren kimse yoktur, demektir. İşte Efendimiz, Ehl-i Beyt’ine, Peygamber âilesi olmaları sebebiyle takvâ hayâtını en titiz ve mükemmel ölçüler dâhilinde yaşayıp etraflarına da örnek olmalarını telkin ediyordu.

PEYGAMBERLERİN EFENDİSİ

Bu sâyededir ki, Allâh’ın bizzat terbiye ettiği Efendimiz, nasıl bütün peygamberlerin efendisi oldu ise, Resûlullâh’ın husûsî terbiyesine mazhar olan Ehl-i Beyt de diğer insanların seyyid ve seyyideleri olmuşlardır.

Hakîkaten Ehl-i Beyt, âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah Resûlü’nün etrâfında muhabbetle kenetlenmiş ve O’nun hâliyle hâllenmiş gönül insanlarıydılar. Tıp­kı gül, ka­ran­fil ve nâ­di­de çi­çek­ler­le be­zen­miş bir bah­çe üze­rin­den esen sa­bah mel­te­mi­nin, git­ti­ği yer­le­re o bahçenin fe­rah­lı­ğını yansıtan la­tîf râ­yi­ha­lar gö­tür­me­si gibi, Allah Rasûlü’nün mânevî terbiyesi altında kemâle eren Ehl-i Beyt de O’nun rûhâniyetini kendisinden sonraki nesillere büyük bir ihlâs ve sadâkatle tevzî etmişlerdir. Bir mum­la, sayısız mum­la­rın ya­kıl­ma­sı misâli, Allah Resûlü’nün nûrunu asırlar ve nesiller boyunca devâm ettiren feyz ve rûhâniyet kandilleri olmuşlardır. Öyle ki, o kan­dillerden biriyle aydınlanma bahtiyarlığına erenler, o nûrun ilk kay­na­ğı olan Efendimiz’e vuslatın hazzını tatmışlardır.

EHL-İ BEYT İMAMI

Nitekim Hazret-i Ali ve Hazret-i Ebûbekir’den gelen bütün tasavvuf silsilelerinin feyiz merkezini de Ehl-i Beyt imâmı Câfer Sâdık Hazretleri teşkil eder. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe Hazretleri de Câfer Sâdık Hazretlerinin en mümtaz talebesi ve mânevî evlâdı idi. Câfer Sâdık Hazretleri’nin kendisi için nasıl bir feyz kaynağı olduğunu, onunla geçen zamanlarını kastederek:

“Son iki yılım olmasaydı Nûman helâk olmuştu.” sözleriyle ifade etmiştir:

İşte Ehl-i Beyt, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in hâlini, ahlâkını ve fazîletlerini asırlara ve nesillere taşımakta müstesnâ bir zirvedir.

[1] Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 93-96.

[2] Ahmed, I, 293.

[3] Ayrıca Bkz. Buhârî, Tefsîr, 26/2; Tirmizî, Tefsîr, 27/2.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Öyle Bir Rahmet Ki, Erkam Yayınları