Ehl-i Beyt Kimdir? Ehl-i Beyt İle İlgili Hadisler

Ailesi

Hadis-i şerifleri ışığında Ehl-i Beyt'in kim olduğunu ve Ehl-i Beyt'i niçin sevmemiz gerektiğini istifadenize sunuyoruz.

EHL-İ BEYT KİMDiR?

Ehl-i Beyt, bir evde yaşayan âile fertleri mânâsına gelir. Peygamber Efendimiz’in âile fertlerinin tamâmını ifâde etmektedir. Bu mânâda Ehl-i Beyt; Rasûl-i Ekrem Efendimiz ve âilesi, Ali, Câfer, Akîl, Abbâs ve âileleridir. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e salât ü selâm getirmek nasıl bütün mü’minler üzerine bir vecîbe ise Ehl-i Beyt’e hürmet ve muhabbetle bağlı bulunmak da bütün müslümanların vazîfesidir.[1]

Allâh Rasûlü’nün Ehl-i Beyt’ine zekât almak haramdır. Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, birgün Hazret-i Hasan’ın Beytülmâl’e âit zekât hurmasından bir tâne ağzına aldığını gördü. Hemen onu ağzından çıkarttırdı ve:

“–Muhammed âilesinin zekât yemediğini bilmiyor musun?” buyurdu. (Buhârî, Zekât, 57; Ahmed, I, 200)

EHL-İ BEYT'E SAYGININ ÖNEMİ

Zeyd bin Erkam -radıyallâhu anh- şöyle demiştir:

“Birgün Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Mekke ile Medîne arasındaki Hum suyu başında ayağa kalkarak bize bir konuşma yaptı. Allâh’a hamd ü senâdan sonra bize nasîhatte bulundu. Sonra da şöyle buyurdu:

«–Ey insanlar! Ben de bir insanım. Yakında Rabbimin elçisi bana da gelecek ve ben onun dâvetine icâbet edip gideceğim. Size iki mühim şey bırakıyorum. Biri, insanı doğruya götüren bir rehber ve nûr olan Allâh’ın Kitâbı Kur’ân’dır. Ona yapışın ve sımsıkı sarılın!..»

Hazret-i Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm- Kur’ân-ı Kerîm’e sarılma ve ona bağlanma konusunda tavsiyelerde bulundu. Sonra sözüne şöyle devâm etti:

«–Size bir de Ehl-i Beyt’imi bırakıyorum. Allâh’tan korkun da Ehl-i Beyt’ime saygılı davranın! Allâh’tan korkun ve Ehl-i Beyt’ime saygılı davranın!»

“–Peygamber’in Ehl-i Beyt’i kimdir yâ Zeyd!? Hanımları da Ehl-i Beyt’inden değil midir?” diye sorulunca Zeyd:

“–Hanımları da Ehl-i Beyt’indendir. Fakat O’nun asıl Ehl-i Beyt’i, kendisinden sonra da sadaka almaları harâm olanlardır.” dedi.

“–Sadaka almaları harâm olanlar kimlerdir?” diye soruldu.

“–Ali, Akîl, Câfer ve Abbâs’ın âileleridir.” dedi. (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 36)

EHL-İ BEYTİ NİÇİN SEVMELİYİZ?

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Allâh’ı, nîmetleriyle perverde kıldığı için sevin. Beni de Allâh’ı sevdiğiniz için sevin. Ehl-i Beyt’imi de beni sevdiğiniz için sevin!” (Tirmizî, Menâkıb, 31/3789)

HASAN VE HÜSEYİN EFENDİLERİMİZ İLE İLGİLİ HADİSLER

Yine birgün Peygamber Efendimiz, mübârek torunları Hasan ile Hüseyin’in ellerinden tutup şöyle buyurmuştur:

“Kim beni, bu ikisini, bunların baba ve analarını severse kıyâmet gününde benimle berâber olur.” (Tirmizî, Menâkıb, 20/3733)

ASHÂBIN EHL-İ BEYT SEVİGİSİ NASILDI?

Ashâb-ı kirâm Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yakınlarına büyük bir hürmet ve muhabbet beslerlerdi. Zîrâ seven, sevdiğine olan muhabbeti nisbetinde onun dostlarını, hizmetçilerini, yediği yemekleri, giydiği elbiseleri, kısacası onunla alâkası olan ve onu hatırlatan her şeyi sever. Muhabbet arttıkça mahbûbun çevresinde bulunan her şeye sirâyet eder.

İşte Allâh Rasûlü’nü canlarından daha çok seven sahâbe-i güzîn hazarâtı da Allâh Rasûlü’nün yakından biri, bineğine bineceği zaman hemen üzengisini tutarlardı.[2] Kıyâmet günü bütün akrabâlık bağlarının kesilip sâdece O’nunla bağı olanların devâm edeceğini bildiklerinden, Hazret-i Peygamber’in yakınlarından biriyle evlenerek O’nunla sıhriyet irtibâtı kurabilmeyi cân u gönülden arzu ederlerdi.[3]

SEYYİD VE ŞERİF NEDİR?

Allâh Rasûlü’nün pâk neslinden gelen insanlar, günümüzde İslâm âleminin değişik yerlerinde yaşamaktadırlar. Hüseyin -radıyallâhu anh-’ın neslinden gelenlere “Seyyid”, Hasan -radıyallâhu anh-’ın neslinden gelenlere de “Şerîf” denilmektedir. Osmanlılar, seyyidlere “emîr”, başlarına sardıkları yeşil sarığa da “emîr sarığı” derlerdi. Varlık Nûru’nun neslinden gelen kadınlar da başlarına yeşil bir alâmet takarlardı.

OSMANLI'DA EHl-İ BEYT SEVGİSİ NASILDI? - NAKÎBÜ'L EŞRÂF NEDİR?

Osmanlılar, Ehl-i Beyt’e hizmeti kıymetli bir vazîfe saymış ve bunun için resmî bir makam ihdâs etmişlerdir. Osmanlı’da, Ehl-i Beyt’in işleriyle meşgûl olan bu resmî vazîfelilere Nakîbü’l-Eşrâf denilmiştir. Nakîbü’l-Eşrâf, Peygamber Efendimiz’in neslinden seçilir ve Ehl-i Beyt’in her türlü işlerine bakar; neseblerini kaydeder, doğumlarını ve vefatlarını deftere geçirir, onların gelişigüzel mesleklere girmelerine mânî olur, fey ve ganîmetlerden kendilerine âit hisseleri alıp aralarında dağıtır, hanımların denkleri olmayan erkeklerle evlenmelerine müsâade etmezdi.[4]

Nakîbü’l-Eşrâf, Peygamber evlâdının umûmî bir vâsîsi hükmünde olup gördüğü vazîfenin şerefinden dolayı en yüksek makamlardan birini ihrâz eder ve halîfeden sonra teşrîfâtta ikinci sırada yer alırdı. Pâdişah cülûslarında hükümdâra, önce Nakîbü’l-Eşrâf bey’at edip duâ eder, sonra diğer zevât bey’atte bulunurdu. Bayram tebriklerinde de öncelik Nakîbü’l-Eşrâf’a âitti. Her iki tebrikte de pâdişah, Nakîbü’l-Eşrâf için ayağa kalkardı.

Seyyid ve şerîflerin kânun ve âdetlere aykırı hareketleri olursa, İstanbul’dakiler Nakîbü’l-Eşrâf, taşradakiler ise kaymakamlar tarafından cezâya çarptırılırdı. Cezâlandırma sırasında, önce başındaki yeşil sarık alınarak öpülür; cezâ işlemi bittikten sonra tekrar iâde edilirdi.

Dipnotlar:

[1] Ahmed, VI, 323.

[2] Heysemî, IX, 348.

[3] Heysemî, IX, 173.

[4] Mehmet Z. Pakalın, II, 647.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- 2