Dünyevî Hayatın En Son Tadı

Ahirete İman

İnsanlar ve cinler için bir imtihan mekânı olarak yaratılan bu dünya, ilâhî hikmet ve kudret nakışlarının, ibret dolu bir sergisidir. Son insanla bu serginin hükmü de nihâyete erecektir. Yani kâinat, her şeyiyle fânîdir. Var edilen her varlık yokluğa, dünyaya gelen her canlı da ölüme mahkûmdur. En isyankâr ve inkârcı insanlar bile, günün birinde Cenâb-ı Hakkʼın bu umûmî fermânına -ister istemez- boyun eğmek zorundadır.

Ezelî ve ebedî olan Allâhʼın bizzat yaratıp müstesnâ kâbiliyetler ihsân ettiği insan, aslâ fânîliği istemez, dâimâ ölümden kaçıp sonsuzluğu arar. Bu arayış, onun yaratılışının derinliklerine nakşolmuş en köklü husûsiyet­lerden biridir. Bundan dolayıdır ki dünya hayâtı boyunca fânîlik kafesine hapsolmuş bulunan insanın kendi içinde çözmeyi arzuladığı en mühim mesele, “ölüm muammâsı” olagelmiştir.

İSTİKBÂL MUSÎBETİ

İnsan; hakka ve hakîkate râm olacak bir kıvamda yaratıldığından, özü itibârıyla meçhûle rızâ göstermez. Dâimâ mâlûma koşar; meçhuller ve belirsizlikler, onu derûnî bir ıztırâba dûçâr eder. Bu sebeple âkıbet belirsizliği, ölümden sonraki hayâta dâir meçhul­ler, öteden beri insanlığın zihnini ve gönlünü çokça meşgul etmiştir. Zihinlerde zehirli bir yılan gibi çöreklenen ve ne zaman kımıldasa insanı içten içe ürpertip tedirgin kılan bu meçhûliyetin üstü türlü telâkkîlerle örtülmeye çalışılmıştır. Bununla beraber, herkesi şiddetli ve ateşli bir girdap hâlinde saran ölüm, -istisnâsız- başlara çökecek olan en çetin bir istikbâl musîbetidir. Hâl böyle olunca, onu mâlûma bağlamak da beşerî ihtiyaçların ilk sıralarında gelir.

Duygular, düşünceler ve gayretler, ölüm muammâsı üzerinde derinleşmedikçe, toprak altındaki o istikbâl diyârının sırrına erilemez. Korku ve ürperti ile ölümden kaçmak, beyhûde yorulmak; onu görmezden gelip unutmaya çalışmaksa, en büyük hamâkattir. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de: İşte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir, denir.” (Kāf, 19)

Yani ölümden kaçacak bir sığınak olmadığı gibi, ondan kaçanların kurtulduğuna dâir bir haber de duyulmamıştır.

KURTULUŞ KAPISI

Ölüm vâkıası, inanan veya inanmayan bütün insanlığın müşterek kaygısıdır. İnsanlar, ölüme yükledikleri mânâ itibârıyla birbirlerinden ayrılsalar da; “Acabâ öldükten sonraki hâlim nasıl olacak?” gibi suallerle kalplerde düğümlenen istikbâl endişesi, bütün insanlığın ortak meselesidir. Çünkü hayat, beşikle tabut arasındaki kısacık mesâfeye sığmayacak kadar ulvî bir hakîkattir. Hâl böyleyken, insan idrâkinde beliren “Hayat nedir?” sorusuna, yalnızca toprağın soğuk rutubeti ve mezar taşlarının katı sessizliği cevap olarak yükselirse, bu kadar karanlık bir hayattan daha acı ne olabilir?! Dünyaya geliş ve ukbâya gidiş manzarası karşısında kendi âkıbetini düşünen bir insanın iç dünyasını böylesine ağır bir muammânın ıztırâbından kurtaracak olan yegâne mercî, ilâhî beyanlardır. Beşer tefekkürü ile kavranması mümkün olmayan bu istikbal düğümünü çözebilmek, ancak vahyin ve peygamberlerin irşâdına gönül vermeye bağlıdır. İnsanın yöneleceği yegâne kurtuluş kapısı, fânî dünyada Kurʼân ve Sünnet istikâmetinde yaşayıp gerçek ve ebedî hayâta hazırlık yapabilmektir.

Hepimiz, ilâhî imtihan diyârı olan bu cihan mektebinin talebeleriyiz. Kulluk tahsilimiz, ecel tasdiknâmesiyle son bulacak, amellerimizle toprağın sînesine gömüleceğiz. Yani dünya hayâtı; ilâhî rızâya nâil olmak ve ebedî istikbâli kazanmak için verilen bir mühletten ibârettir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından 2, Erkam Yayınları, 2012