Dünyanın En Mütevâzı İnsanı

Şahsiyeti

Güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderilen Efendimiz, en mütevazı insandır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyururlar ki:

“Allah Teâlâ bana; «Birbirinize karşı öyle alçak gönüllü olun ki, hiçbiriniz diğerine karşı haddi aşıp zulmetmesin. Yine hiçbir kimse, bir başkasına karşı böbürlenip üstünlük taslamasın.» diye vahyetti.” (Müslim, Cennet, 64)

Güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderilen Efendimiz (s.a.v.) hür ve kölelerin dâvetine icâbet eder, bir yudum süt de olsa hediyeyi kabul eder ve ona hediye ile mukâbele ederdi. Toplumda hor görülen, küçümsenen câriye veya yoksul insanların isteklerini dikkate alma husûsunda da büyük bir titizlik gösterirdi.

Efendimiz (s.a.v.) ashâbıyla birlikte Bedir’e doğru yola çıktığında, deve sayısı yetersiz olduğundan, bir deveye sırayla üç kişi biniyordu. Fahr-i Kâinât Efendimiz de, devesine Hazret-i Ali ve Ebû Lübâbe (r.a.) ile nöbetleşe biniyordu. Yürüme sırası Efendimiz’e gelince arkadaşları:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Lütfen siz binin! Biz, Siz’in yerinize de yürürüz.” dediler. Rasûlullah (s.a.v.) ise:

“–Siz yürümeye benden daha tahammüllü değilsiniz. Ayrıca ben de sevap kazanma husûsunda sizden daha müstağnî değilim.” buyurdu. (İbn-i Sa’d, II, 21)

ALLAH’IN LUTFETTİĞİ ZAFER

Mekke’nin fethi, müslümanların yirmi sene çektiği çile, ıztırap ve zulümlerden sonra Cenâb-ı Hakk’ın lutfettiği en büyük zaferdi. Ancak Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, Mekke’ye zafer işâretleriyle değil, devesinin üzerinde secdeye kapanmış olarak ve bir şükür edâsı içinde girmiştir. En cüz’î bir benlik tezâhürüne karşı koymak üzere de:

“Ey Allâh’ım! Hayat, ancak âhiret hayâtıdır!» niyâzında bulunmuştur. (Vâkıdî, II, 824; Buhârî, Rikâk, 1)

Mekke’nin fethi günü, korku ve heyecandan titreyerek:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Bana İslâm’ı telkin buyurunuz!” diyen hemşehrisini, imkânlarının en zayıf olduğu zamandan misal vererek teskin etti ve:

“–Sâkin ol kardeşim! Ben bir kral veya hükümdar değilim. (Muhtereme vâlidesini kastederek) Kureyş’ten güneşte kurutulmuş et yiyen senin eski komşunun yetîmiyim!..” diyerek kâ’bına varılmaz bir tevâzû gösterdi.

Yine aynı gün, ihtiyar babasını sırtına alarak huzûruna getiren ve ona îman telkîn etmesini isteyen Hazret-i Ebûbekir’e:

“–Yâ Ebubekir! Şu ihtiyar babanı neden buraya kadar yordun? Biz onun yanına gidemez miydik?!.” karşılığını verdi.

Kendisine aşırı tâzim gösterenlere de:

“Siz beni, hakkım olan derecenin üzerine yükseltmeyiniz! Çünkü Allah beni «Resûl» edinmeden önce «kul» edinmişti.” ikâzında bulundu. (Heysemî, IX, 21)

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, Erkam Yayınları