Dünya İmtihanı Nasıl Kazanılır?

İMAN

İnsan niye imtihan ediliyor? İnsan nasıl imtihan olur? Dünya imtihanını nasıl kazanırız? İnsanın yükümlülükleri, varlık sebebi, varlıklar içerisindeki mevkii ve dünyayı imar etmekteki sorumluluğu nedir? Dünyadaki imtihanın hikmeti ve bu imtihanı kazanmanın yolu...

1912’de Nobel Ödülü almış olan Fransız yazar Alexis Carrel, yazdığı kitabın adını İnsan Denen Meçhul olarak isimlendirmiştir. Ancak insan gerçekte meçhul bir varlık mıdır? Tek kelime ile hayır. Çünkü onu yaratan Allah Teâlâ, insanın yaratılışını anlatmış, onu tanıtmış, yeryüzündeki konumunu açıkça ifade etmiş ve fani âlem (dünyaya) gönderiliş gayesini kesin ifadelerle bildirmiştir. Bununla birlikte Kur’an’da insan aklının, insanın yaratılışını ve mahiyetini hakkıyla idrakten aciz olduğu da ortaya konulmuştur. Yükümlülükleri, varlık sebebi, varlıklar içerisindeki mevkii ve dünyayı imar etmekteki sorumluluğu da özellikle belirtilmiştir.

İNSANI DÜŞÜNMEYE DAVET EDEN AYET

Allah Teâlâ, İnsanın, yaratılışını, yokluktan varlık safhasına geçişini, hiç tanınmazken tanınır hale gelişini düşünmesinin ve hatırlamasının gerekliliğine şöyle işaret etmiştir: “İnsan düşünmez mi ki daha önce o, hiçbir şey olmadığı halde biz kendisini yaratmışızdır.”[1]

Görüldüğü gibi âyette, insan cinsi ve özellikle öldüğü zaman kabirden çıkarılıp diriltileceğini inkâr eden ve uzak gören[2] insan, tefekküre, yokluktan var ediliş safhasını düşünmeye çağırılıyor. Bu oluşumu ve durumu gerçekten tefekkür etseydi, böyle bir inkârın içinde bulunmazdı. “ben kabirden çıkarılacak mıyım?” demezdi.[3] İnsanı, inkâra, isyana ve varlık sebebini kavramamaya sürükleyen en önemli etken, hiç şüphesiz tefekkür/düşünce yoksunluğudur. Bu yüzden Kur’an, insanoğlunu, hem kendi yaratılışını, hem kâinatın yaratılışını[4] düşünmeye ve ibret almaya çağırmıştır.[5]

İnsan, kendi kendine var olmuş ve olgunlaşmış, başlangıcı olmayan bir varlık olmadığı gibi, bir anda yaratılmış basit bir yaratık da değildir. Zamanın başlangıcından bu yana devir devir, aşama aşama yaratıla gelmiş, adı sanı geçmeyen şeylerden süzülüp birbirlerine katıla katıla birleştirilmiştir. Terbiye edile edile bir takım nitelik ve özellikler ilave olunarak yetiştirilmiş, karışımlardan meydan getirilmiş bir nutfeden yaratılmıştır.[6]

Çeşitli âyetlerde insanın yaratılış gayesi, başıboş bırakılmadığı, sorumlu ve yükümlü olduğu anlatılmıştır. “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”[7] Bu âyet, insanın yaratılış gayesini açık bir şekilde ifade etmektedir. Allah’a kulluk için yaratılan insanı, olgunlaştıran ve şerefli kılan da bu göreve bağlılık ve sadakattir. Bir başka âyette de insanın başıboş bırakılmadığı şöyle açıklanmıştr: “İnsan, kendisinin, başıboş bırakıldığın mı sanır!”[8]

İnsanın, başıboş bırakılmadığına, kendisine verilen hayat nimetinden sorguya çekileceğine ve en sonunda Allah’a döneceğine şu âyeti de örnek gösterebiliriz. “Sizi sadece boş yere yarattığımız ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız.”[9]

Âyetten de anlaşılacağı üzere, dünyadaki bütün canlılar içerisinde vazife ve sorumluluk taşıyan yegâne varlık, insandır. Esasen insanın hayatını anlamlı kılan, ona değer katan temel özellik, insanın vazife ve sorumluluk taşıyan bir varlık olmasıdır. Bu sebeple, vazifelerini ihmal eden ve sorumsuz bir hayat yaşayan insanlar, gerçek anlamda insanlık değerini yitirmiş olurlar. Bu geçici dünyada bir kısım insanlar, insanlığın gereği olan vazifeleri ihmal etmiş ve bunların sorumluluğundan kurtulmuş olabilirler. Ancak, yukarıdaki âyet, açıkça gösteriyor ki, ilâhî sorumluluktan kurtulmak ve Allah’ın huzurunda hesap vermekten kaçmak hiç kimse için mümkün değildir. Bunun aksini düşünmek, ahlâk nizamını ve bu nizamın temeli olan mutlak adaleti inkâr etmek sonucuna götürür.[10]

İNSAN VE İMTİHAN

İnsanın, kendisine emanet ve lütfedilmiş olan fâni hayatını tamamlarken bir kısım zorluklarla karşılaşması tabiidir. Görevlerini ve sorumluluklarını icra ederken kimi zaman hayır ve şerle, kimi zaman iyilik ve kötülüklerle, kimi zaman ibadet ve taatları yerine getirip getirmemekle, kimi zaman tabii ve sosyal afetlerle, kimi zaman hastalıklarla, kimi zaman mal ve servetle imtihan edileceğini Kur’an bize bildirmiştir. Kur’an’da, İnsanın imtihan olgusu o kadar anlatılmış ve o kadar detaylandırılmıştır ki, bu anlatımlardan insanın, adeta imtihan ağı ile örüldüğünü görürüz. Hatta kadının yumurta hücresi ile erkeğin sperminin birleşerek insanın oluşum safhasında bile onun imtihan edileceğinden şöyle söz edilmiştir. “Şüphesiz biz insanı, katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık. Onu imtihan edeceğiz…” İnsan için takdir edilen hayatın ve ölümün, insanın en güzel amel yapma konusunda sınanması için yaratıldığının[11] belirtilmesi de, gayet manidardır. Aynı zamanda insanın, imtihan gerçeği ile iç içe olduğunu göstermektedir. “Allah Teâlâ, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş’ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yarattı…”[12] İnsanın imtihan edileceği, ta arşın su üzerinde bulunduğu sırada yerin göğün yaratılması esnasında belirtilmiştir ki, bu durum, insan için sınavın kaçınılmaz ve hayatın bir gerçeği olduğunu açıkça göstermektedir. Kulluk, sınavla vardır ve kaimdir.

İNSAN İMTİHANI NASIL KAZANACAK?

Allah Teâlâ, insanın imtihanı kazanması için, en başta onu duyularla yani, bilgi vasıtaları/sebepleriyle donatmıştır. “Siz hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.”[13] “(Resûlüm!) deki: Sizi yaratan, size işitme duyusu, güzler, kalpler veren O’dur. Ne az şükrediyorsunuz” gibi âyetler, bu gerçeği vurgulamaktadır. Bunlarla da yetinilmeyerek insana akıl lütfedilmiştir. İnsanın, duyduğunu, gördüğünü, işittiğini, tattığını, dokunduğunu (havass-ı selîme) bilgi haline getiren aklı da insana lütfetmiştir. Allah Teâlâ, duyu organları ve aklın yanısıra vahyi (haber-i sadık/mutlak doğru) ile onu ödüllendirmiştir. Bunlara ilaveten insana, peygamberler göndermiş, onlarla birlikte kitaplar ve sayfalar indirilmiştir. Bütün bu gerçekler gösteriyor ki, insanın, dünya ve âhiret sınavını kısaca ifade etmek gerekirse hayat imtihanını kazanabilmesi için her türlü imkân ona verilmiştir. Artık bu kadar imkân verilmesinden sonra insanın, hiçbir bahanesi kalmayacaktır. Bundan sonrası insanın çalışmasına, niyetine ve iradesine bağlıdır. Ya doğru yolu seçerek kurtuluşa erecek ya da batılı tercih ederek büyük zarar uğrayacaktır.

“Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.”[14] “Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah hakkıyla her şeyi işitir ve bilir”[15] gibi âyetler, insanın, doğruyu eğriyi seçmede hür olduğunu, ama bununla birlikte doğrunun da eğrinin de apaçık ortaya çıktığını ve belli olduğunu bildirmektedir.

Dipnotlar:

[1] Meryem, 19/67. [2] Meryem, 19/66 [3]Nâsıruddin Ebû Said Abdullah b. Ömer el-Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, (Kitabü’n Mecmuatü’n mine’t-Tefâsir içinde ), Beyrut, ts. IV, 172. [4] ez-Zâriyât, 51/21. [5] el-A’raf, 7/185. [6] Yazır, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, VIII, 5496. [7] ez-Zâriyât, 51/56. [8] el-Kıyâmet, 75/36. [9] el-Mü’minûn, 23/115. [10] Ali Özek ve diğerleri, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Meâli, el-Mü’minûn Sûresi, 115. âyetin açıklaması. [11] el-Mülk, 67/2. [12] Hûd, 11/7. [13]en-Nahl, 16/78. [14] el-insan, 76/3. [15] el-Bakara, 2/256.

Kaynak: Kerim Buladı, Altınoluk Dergisi, Sayı: 450