Dua Etmenin Adabı Nasıl Olmalıdır?

DUALAR ve ZİKİRLER

İslam’a göre dua etmenin adabı nasıl olmalıdır? Nasıl dua edilir? Duanın adabı nedir? Peygamberimiz nasıl dua ederdi? Dua ederken nelere dikkat edilmelidir? Cevapları haberimizde...

Duâ eden duâsında ısrar etmeli, devam etmelidir. Her halde er veya geç müstecâp olur.

Bir de dünyâda müstecâb olmasa bile kul bunu yine kendi lehine bilip Allah’tan ümidini kesmemelidir. Duâ büyük bir ibâdet olduğu için âhirette de bir ecir ve sevabı olur.

DUANIN ADABI İLE İLGİLİ HADİSLER

Ebû Hüreyre’den radıyallahu anh rivayete göre Hazret-i Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurmuşlardır ki:

“Sakın sizden biriniz duâ ederken «Yâ Rabb, dilersen beni mağfiret eyle, dilersen bana merhamet eyle» demesin. İstediğini sağlamca ve kat’ıyyetle istesin. Çünkü Allah’ı şu veya bu işe zorlayabilecek hiçbir kudret yoktur.” (Buhâri, Deavât, 21)

Yine Ebû Hüreyre’den radıyallahu anh rivayet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurmuşlardır ki:

“Sizden herhangi biriniz «Duâ ettim de kabul olunmadı» diyerek acele etmedikçe duâsı kabul olunur.” (Tirmizî, Deavât, 21)

Duâ eden duâsında ısrar etmeli, devam etmelidir. Her halde er veya geç müstecâp olur.

Bir de dünyâda müstecâb olmasa bile kul bunu yine kendi lehine bilip Allah’tan ümidini kesmemelidir. Duâ büyük bir ibâdet olduğu için âhirette de bir ecir ve sevabı olur.

DUANIN 12 ADABI

Duânın âdabı pek çoktur. Bu cümleden olarak:

  1. Evvelâ abdestli bulunmak,
  2. Bir namazdan sonra yapılmak,
  3. Tevbe ve istiğfarını ve kemâl-i ihlâsını arzeylemek,
  4. Kıbleye yönelmek,
  5. Duâdan evvel Allah’a çokça hamd ü sena etmek,
  6. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretleri’ne çokça salât ve selâm
    eylemek,
  7. Duânın nihayetini âmin ile bitirmek,
  8. Duâda yalnız kendisini düşünmeyip bütün sâlihleri ve bütün mü’minleri duâya katmak,
  9. Bir hâcetini isterken ellerini semâya kaldırıp avuçlarını açarak duâ etmek,
  10. Kıtlık; umumî sıkıntı ve felâketlerin def’i için ise ellerinin dışını semâya çevirerek duâ etmek ve Allah’a sığınmak,
  11. Celb-i menfaat için yapılan duâların nihâyetinde ellerinin avuçlarını yüzüne mesh eylemek. Def’-i mazarrat için yapılan duâlarda mesh edilmez.
  12. Duânın asıl anahtarı ise helâl lokma yemektir.

Ebû Musa el-Eş’arî’den radıyallahu anh rivayete göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretleri Hayber Gazâsı’na giderken maiyyetinde bulunan ashâb-ı kiram bir vadiye vardıkta yüksek sesle tekbîr ve tehlîl ederek bağıra bağıra zikrullah etmeye başladılar. Rasûlullah sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem Hazretleri:

“– Kendinize rıfk u merhamet ediniz. Zîra siz ne sağıra, ne de gâibe duâ ediyorsunuz. Ancak her şeyi hakkıyle işiten ve size sizden yakin olan Allah’a duâ ediyorsunuz. Ve Allahü Teâlâ Hazretleri siz nerede olursanız berâberinizdedir” buyurdu. (Buhârî, Cihâd, 131; Müslim, Zikir, 44)

Yani; öyle kendinize bu derece bağırmakla zahmet vermenize hacet yoktur. Cenâb-ı Hakk’a nisbetle hafî ve cehrî yapılan zikir müsâvidir.

Ebû Musa diyor ki: O esnada ben, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hazretleri’nin hayvanının arkasında Zât-ı risâletpenâhîleriyle birlikte beraberdim.

Ve lisânımla لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِااللّٰهِ diyordum. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Hazretleri bana hitaben:

“– Ey Abdullah bin Kays” buyurdu. Ben de icabetle:

“– Lebbeyk yâ Rasûllallah” dedim. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Hazretleri bana hitaben:

“– Ben sana cennet-i a’lânın hazînelerinden bir hazîneye delâlet edeyim mi?” buyurunca ben hemen:

“– Babam ve anam sana feda olsun yâ Rasûlallah! Evet irşâd ediniz” dedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hazretleri:

“Ma’sıyetten sakınmak ve tâat ve ibâdetlerde kuvvet ve kudret ancak Allah Teâlâ Hazretleri’nin tevfık-i Rabbâniyyesi ve irâde-i Sübhâniyyesiyledir.” buyurdu. (Buhârî, Megazi, 38)

Yâni “Cümle âlemin müdebbir-i hakîkisi ve mutasarrıfı, hepsinin hâlıkı olan Allah sübhânehû ve teâlâ Hazretleri’dir” demektir.

Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e ve ehl-i Beyt’ine salât ve selâm da duânın en mühim âdabındandır.

Hadîs-i şerîfte:

“Yapılan bir duâda, Muhammed -aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm- ve Ehl-i Beyt’ine salât ve selâm edilmedikce o duâ, makam-ı icâbete vâsıl olamaz.” buyurulmuştur. (Suyûtî, el-Câmi, no: 4266)

Duâ eden kimse, duânın başında, ortasında ve sonunda Peygamber Efendimize salât ve selâmı tekrar etmeli. Hulûs-i kalb, nezâfet, tahâret, istikbâl-i kıble, izhâr-ı tezellül, tazarru, enbiyâ ve evliyâ ile tevessül, günâhkâr ve mücrim olduğunu ikrar ile tevbe ve istiğfar edip haram lokmadan ictinâb etmelidir. Bu sûretle yapılacak hayır duâların kabûlü hakkında şüphe etmemelidir.

Şunu da ilâve edelim ki:

Nâsın bâzısı her ne kadar Cenâb-ı Hakkın kazâ ve kaderine rızâ gösterip sükût eylemeyi duâya tercîh etmişlerse de, muhakkık âlimlerin ekserisi, dünyâ ve âhiret işlerinin esbâbdan müretteb olduğunu, müstecâb duâların ise sebeblerden biri bulunduğunu beyân ile, duâyı terketmek, kazâya rızâ göstermek fikriyle bir şey yememek, şiddetli kışta elbise giymemek, hasta olunduğunda ilâç, muharebede silâh kullanmamak gibi bir takım meşrû olmayan hareketleri irtikâb etmek gibidir, demişlerdir.

Husûsiyle duâ izhâr-ı ihtiyâc, Cenâb-ı Hakk’a ilticâ olduğundan müstakıllen bir ibâdet makamına kâim olacağından, şu halde lisânen duâ eylemek ve kalben tazarrûda bulunmak gerekmektedir.

DUANIN KABULÜNÜN ŞARTLARI

  1. Kazâya muvâfık olmak, yani sünnetullaha uygun bulunmak,
  2. O kimse hakkında duânın kabûlü hayırlı olmak,
  3. İstenilen şey muhal olmamak.

Duânın kabulü için âdabına ve şartlarına riâyet etmek lâzımdır. Bu şartların cümlesi mevcud olduğu bir durumda kabul olunma ciheti gâlib ise de kabul olunması yine meşiyyet-i ilâhiyyeye bağlıdır. Binâenaleyh Allah, dilerse kabul eder, dilemezse etmez. Fakat kul, âdabına riâyet ederek duâyı bırakmamalıdır.

Duânın kabûlünün âni olmasına kullar umûmiyyetle tahammül edemiyecekleri için, istenilen şeyin bir müddet sonra verilmesi me’mûl olduğu gibi duâsı mikdarı o kimsenin üzerinden bir şerrin def’ine sebeb olmak veyahud bilmediği bir cihetten duâsının eseri hâsıl olmak ihtimâline binâen duâya kabul olunmadı nazariyle bakılmamalı ve “duâm kabul olunmuyor” denilmemelidir.

Allah Teâlâ Hazretleri icabet husûsunu, istimrara; yâni geniş zamana delâlet eden muzârî sîgasıyle beyan buyurmuştur ki, bir zamanla mukayyed değildir, demektir. Kulun hakkında hayırlı olan bir zamanda kabul eder. Yine âyet-i celîlede:

“Rabbiniz size: «Bana duâ edin ki duânızı kabul edeyim» dedi. O kimseler ki bana kulluk etmeğe büyüklendiler; pek yakında zelil ve hakîr olarak cehenneme girerler.” (Gâfir [Mü’min] sûresi, 60)

Duâ, Cenâb-ı Hak’tan, insanların muhtaç oldukları şeyleri tazarrû ve niyaz ederek kemâl-i tevazû ile istirham edip istemeleridir. Kulların Allah’a olan ihtiyaçlarını arz eylemeleridir.

Duânın kabulünün en mühim şartlarından biri de duâ esnasında Allah Zü’l-celâl Hazretlerin’den gayri hiç bir şeye güvenmeyerek teveccüh-i tâm ile ve kat’î sûretde Hak Teâla Hazretlerine yönelmektir.

Duâda iki haslet aranır;

Birincisi: İzzet-i rubûbiyyeti bilmek,

İkincisi: Ubûdiyyetten olan zilleti idrâk edip Rabbinin himayesine ilticâ ve ihsanından müstefîd olmasını arzu eylemektir.

“Ey müşrîkler! Sizin âciz ma’bûdlarınız mı hayırlıdır, yoksa muztar olan kimse duâ etdiğinde onun duâsına icabet eden ve istediğini veren ve o muztar kalan kimseye isabet eden kötülüğü kaldıran ve sizi yeryüzünün halîfeleri kılan Allah Teâlâ mı hayırlıdır? Allah’la beraber bunları îcâd ve kullarının ihtiyâcını def eden bir ma’bûd var da ona mı ibâdet edersiniz? Düşünceniz ne kadar az ve kısadır. Zîra Kâdir’i bırakıp âcize ibâdet edersiniz.” (Neml sûresi, 62)

Yâni, Ey müşrikler! Sizin Allah’a ortak koştuğunuz putlar mı hayırlıdır, yoksa musibetlerden bir musîbete veya fakîrlik ve hastalık gibi derd ve elemlerden muztar kalıb halâsına çâre arayan bir kimse duâ ettiği zaman duâsını kabul edib musîbeti âfiyete ve fakrini gınaya ve hastalığını sıhhate tebdîl etmekle sâhil-i selâmete çıkaran Kâdir ve Kayyum mu hayırlıdır?

Elbette kullarının ihtiyâcını def eden ve duâsını kabul edip istediğini veren Allah Teâlâ Hazretleri bunlardan hiç birine kâdir olamayanlardan hayırlıdır. Binaenaleyh ma’bûd bi’l-hakk O’dur. O’ndan gayri ibâdete lâyık yoktur. Ve Allah Teâlâ Hazretleri size yeryüzünde tasarrufa kudret verendir. Dolayısıyle Zât-i Ecell ü A’lâya ibâdetiniz lâzımdır.

Allah’la beraber başka bir ma’bûd var mı ki gayre ibâdet edersiniz ve siz her ân arkası arkasına gelen ni’metlerin kimden geldiğini düşünmeniz gayet az olduğundan Azîz ve Kavî Allah’ı bırakıp âciz ve zelîle ibâdet edersiniz.

DUADA İHLAS (SAMİMİYET) VE HELAL LOKMANIN ÖNEMİ

Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurmuşlardır ki:

“Bir kimse zâhir ve bâtınını tanzîf ve tathîr ile kırk gün hâlisan Cenâb-ı Allah için amel ve ibâdet ederse kalbi menba-ı hikmet olup lisânından zülâl-i mârifet cereyan etmeye başlar.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: 8361)

“Kul ıhlâs ile لَا إِلٰهَ اِلَّا اللّّٰهُ «Başka ilâh yok, ancak Allah vardır!» dedikçe hiç bir hicâb onu geri çevirmeksizin bu zikri, Allah’a yükselir. Allah’a vâsıl olunca Allah bu kelimeyi söyleyene nazar eder. Allah’ın nazar ettiği her bir muvahhid kulunu rahmeti içine alması O’nun hakkıdır.” (Ali el-Müttakî, I, 56-57/181)

“Helâlliğinde ve haramlığında şüphe bulunan nesneyi terk eyle ve helâl olduğu muhakkak bulunan şeyleri kabul et.” (Buhârî, Büyû’, 3; Tirmizî, Kıyame, 60)

Bu hadîs-i şerîf, insanın bâtınını haramdan korumak için kemâl-i ihtiyat üzere bulunmasının lüzûmu hakkında îrâd edilmiş ise de diğer işlerine, sözlerine ve sâir muâmelâtına da tatbîk için bir kâide-i külliyye tarzında bulunmuştur.

“Niyet eylediğin bir iş için kalbinde havf ve tereddüd olursa o işi yapma.” (İbn Hanbel, V, 252, 256)

“Haramlardan sakın, insanların en âbidi olursun.” (Tirmizî, Zühd, 2; İbn Hanbel, II, 310)

“Haram lokmadan neşv ü nemâ bulan bir vücûda lâyık olan cehennem ateşidir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: 6296; Ebû Nuaym, Hilye, I, 31)

“Cibril bana ne zaman geldiyse şu iki duâyı emretti:

«Ey Rabbim! Bana temiz rızık ver ve sâlih amel nasîb et.» (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: 7882)

“Allah Teâlâ buyuruyor: Kulum, beni yalnız iken zikrederse ben de onu yalnız zikrederim. Beni bir topluluk içinde zikrederse onu ondan daha hayırlı ve daha büyük bir topluluk içinde zikrederim.” (Müslim, Zikr, 3, 18, 19, 21; Buhârî, Tevhîd, 15, 43; Tirmizî, Deavât, 131; İbn Mâce, Edeb, 53, 58; İbn Hanbel, III, 351)

“Allah sizden üç şeyi istemiyor: Kur’ân okurken yahud okunurken ileri geri konuşmayı, duâ ederken sesinizi yükseltmeyi, takat getiremiyeceğiniz kadar kendinizi namaza zorlamanızı.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: 1768)

“Gizlide yapılan bir duâ, açıkta yapılan yetmiş duâya bedeldir.”

“Sıkıntılı zamanlarında Allah’ın kendisine icabet etmesini isteyen kimse rahatlık zamanında duâyı çok yapsın.” (Tirmizî, Deavât, 9)

“İnsanların en âcizi duâdan da âciz olan, insanların en cimrisi selâmı da kıskanan kimsedir. (Heysemî, VIII, 31)

«Ey Rabbim! Şükrünü edaya, Sen’i zikretmeye ve Sana güzel ibâdet etmeye bana yardım et!» diyen bir kimse mükellef bir duâ yapmış olur.” (Bkz. Ebû Dâvûd, Vitr, 26/1522)

“İyiliğin her çeşidi ibâdetin yarısıdır. Diğer yarısı ise duâdır.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: 2227)

“Duâ mü’minin silâhı, dînin direği, göklerin ve yerin nûrudur.” (Hâkim, I, 669/1812)

“Zaîflerinizin duâları ve ihlâslarından başka bir şey hürmetine mi nusrete nâil oluyorsunuz?” (Buhârî, Cihâd, 76; Nesâî, Cihâd, 43)

Çünkü Allah’ın huzurunda zayıflığını, aczini ve fakrını idrâk ederek ve dünyevî arzulardan kalben alâkasını keserek duâ edenlerin ihlâsları kuvvetlidir. Bu da rızık ve nusret sebeblerinin en büyüklerindendir.

“Beş gece vardır ki duâ reddolunmaz: Receb’in ilk gecesi, Şa’ban’ın onbeşinci gecesi, Cum’a gecesi, Ramazan bayramı gecesi, Kurban bayramı gecesi.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: 3952)

“Rikkat hâliniz geldiği zaman duâyı ganimet biliniz. Çünkü bu hal rahmettir.” (Ali el-Müttakî, II, 108/3370)

“Mü’min bir kul Allah’a duâ eder. Bu esnada Allah Teâlâ Cibrîl’e: «Bunun duâsına hemen icabet etme, çünkü sesini işitmek istiyorum.» buyurur. Bir fâcir de duâ edince Allah Teâlâ Cibrîl’e emreder: “Hemen ver şunun istediğini! Çünkü sesini işitmek istemiyorum.” buyurur. (Ali el-Müttakî, II, 85/3261)

“Kâfir bir kul Allaha duâ eder, hâcetini ister, derhal yerine getirilir. Mü’min Allah’a duâ eder, icâbeti geciktirilir. Melekler buna üzülürler. Bunun üzerine Allah Teâlâ buyurur ki: «Kâfirin duâsına hemen icâbet edişimin sebebi bana bir daha duâ etmemesi ve beni hatırlamaması içindir. Çünkü onu sevmediğim gibi sesini de sevmiyorum. Mü’minin duâsına da hemen icâbet etmiyorum, beni unutmayıp devamlı zikir etmesi için. Çünkü onu da seviyorum, tazarru’unu da seviyorum.» (Ali el-Müttakî, II, 86/3262)

Kabul Olan (Müstecap) Dualar

“Dört yerde semânın kapıları açılır ve duâya icâbet olunur:

  1. Allah yolunda saf bağlandığı zaman,
  2. Yağmur yağarken,
  3. Namaz kılınırken,
  4. Kâ’be görüldüğü zaman.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: 3337)

“İki vakit vardır ki, semânın kapıları açılır. Bu vakitlerde duânın reddolunduğu çok azdır. Biri namaza kalkıldığı zaman, diğeri Allah yolunda saff-ı cihâd bağlandığı zaman.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: 4623)

“Dört duâ vardır ki: reddolunmaz:

  1. Dönünceye kadar hacının duâsı,
  2. Evine gelinceye kadar gazinin duâsı,
  3. İyileşinceye kadar hastanın duâsı,
  4. Bir de kardeşin kardeşine gıyabında ettiği duâ.

Bunlardan en çabuk kabul olunan duâ kardeşin kardeşine gıyabında etdiği duâdır.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağir, no: 915)

“Üç kişi vardır ki Allah onların duâlarını reddetmez:

  1. İftar edinceye kadar oruçlunun duâsı,
  2. Mazlumun duâsı,
  3. Adaletli devlet reisinin duâsı.” (Tirmizî, Deavât, 48; İbn Mâce, Duâ, 11)

“Üç duâ vardır ki kabul olunacağında hiç şübhe yoktur:

  1. Babanın, evlâdına duâsı,
  2. Misafirin duâsı,
  3. Mazlumun duâsı,” (Ebû Dâvûd, Vitr 29/1536; Tirmizî, Birr 7/1905, Daavât 47; İbn-i Mâce, Duâ 11)

“İki duâ vardır ki Allah ile bu iki duâ arasında hicâb yoktur:

  1. Biri mazlumun duâsı,
  2. Diğeri kardeşin kardeşe gıyabında duâsı.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: 4207)

Duası Kabul Olunmayanlar

“Üç kimse vardır ki duâ ederler de icâbet olunmaz:

  1. Nikâhı altında kötü ahlâklı bir kadın bulunup da onu boşamayan erkek,
  2. Bir başkası üzerinde emânet mal bulundurup da şâhidle onu tesbît etmeyen,
  3. Malını sefih bir kimseye veren adam. Çünkü Allah Teâlâ “Mallarınızı sefih (beyinsiz) kimselere vermeyiniz” buyurmuştur.” (en-Nisâ, 5; Hâkim, II, 331/3181)

Müminlere Umumi ve Gıyabi Dua

“Duânın efdali, kulun: «Ey Rabbim, Muhammed ümmetinin cümlesine umûmî bir rahmet ile rahmet eyle!» demesidir. (Ali el-Müttakî, II, 191/3702)

“Duânın efdali dünyâ ve âhirette Rabbinden af ve afiyet istemendir. Çünkü bu ikisi dünyâda sana verilir, sonra âhirette de verilirse muhakkak felah bulursun.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: 1251)

“Kulun «Ey Rabbim, Ümmet-i Muhammed’in cümlesine umûmî bir rahmetle merhamet et» diye duâ etmesinden daha sevimli bir duâ yoktur Allah katında.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: 8026)

«Beni, bütün mü’minleri ve mü’mineleri mağfiret et ey Rabbim» diyen kimseye her bir mü’minin hasenesinden nasîb verilir.” (Bkz. Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: 8419; Ali el-Müttakî, II, 228/3876)

“Kişinin, kardeşine onun gıyabında ettiği duâ müstecâbdır. Kulun başucunda vazifeli melek bekler ve duâsına âmin der. Kul kardeşine her bir hayır duâ ettiğinde: «Âmin, sana da aynısı olsun,» der. (İbn-i Mâce, Menâsik, 5)

Anne-Babaya Dua

“Kul, ana ve babasına duâyı unuttuğu zaman rızkı kesilir, yani bereketi gider.” (Ali el-Müttakî, no: 45556)

Tevbe-İstiğfar

Hâris bin Süveyd anlatıyor: Abdullah ibni Mes’ud -radıyallahu anh- bize iki hadis rivayet etti. Bunlardan biri Hz. Peygamber -aleyhissalâtu vesselâm-’dandı, diğeri de kendisinden. Dedi ki:

“Mü’min günahını şöyle görür: O, sanki üzerine her an düşme tehlikesi olan bir dağın dibinde oturmaktadır. Dağ düşer mi diye korkar durur. Fâcir ise, günahı burnunun üzerinden geçen bir sinek gibi görür.”

İbni Mesut bunu söyledikten sonra eliyle, “şöyle” diyerek, burnundan sinek kovalar gibi yapmıştır.

Sonra dedi ki: “Ben Rasûlullah -aleyhissalâtu vesselâm-’ın şöyle buyurduğunu işittim:

«Allah, mü’min kulunun tevbesinden, tıpkı şu kimse gibi sevinir: Bir adam hiç bitki bulunmayan, ıssız, tehlikeli bir çölde, beraberinde yiyeceğini ve içeceğini üzerine yüklemiş olduğu bineği ile birlikte seyahat etmektedir. Bir ara (yorgunluktan) başını yere koyup uyur. Uyandığı zaman görür ki, hayvanı başını alıp gitmiştir. Her tarafta arar ve fakat bulamaz. Sonunda aç, susuz, yorgun ve bitap düşüp: «Hayvanımın kaybolduğu yere dönüp orada ölünceye kadar uyuyayım» der. Gelip ölüm uykusuna yatmak üzere kolunun üzerine başını koyup uzanır. Derken bir ara uyanır. Bir de ne görsün! Başı ucunda hayvanı durmaktadır, üzerinde de yiyecek ve içecekleri. İşte Allah’ın, mü’min kulunun tevbesinden duyduğu sevinç, kaybolan bineğine azığıyla birlikte kavuşan bu adamın sevincinden daha fazladır.»

Müslim’in bir rivayetinde şu ziyâde var:

“Sonra adam sevincinin şiddetinden şaşırarak şöyle dedi: «Ey Allah’ım, sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim.»” (Buharî, Deavât, 4; Müslim, Tevbe, 3; Tirmizî, Kıyamet, 50)

Ebû Bekri’s-Sıddîk radıyallahu teâlâ anh Hazretleri:

“– Yâ Rasûlallah, namazın âhirinde okumak üzere bana bir duâ ta’lîm buyur” dedikte Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretleri buyurmuşlardır ki:

“Şöyle duâ et:

“Yâ Rabb, muhakkak ki ben kendime çok zulmettim; yani çok günâh işledim. Günahları ise ancak sen afv ü mağfiret edersin. Hakkıyle gafur ve rahîm ancak sensin. Beni kendi indinden bir fazl u keremle afv ü mağfiret eyle ve bana lutf u ihsanınla merhamet eyle. Yani benim istihkakım olmayarak mahza fazl u kereminle cehennemden halâs edip cennet ve cemâline kavuştur. Şüphesiz Sen Ğafûr ve Rahîm’sin, yâni çok affeden ve çok merhamet edensin.” (Buhârî, Ezân, 149; Deavât, 16)

Büyükler demişlerdir ki: Bu duâ namazda gerek tahiyyattan sonra ve gerekse namaz dışında edilecek duâların en şümullülerinden ve en güzellerindendir. Zîra cehennemden halâs olup cennet ve cemâle kavuşmayı istemek duâların hulâsasıdır.

“Mecnûn ancak o kimsedir ki tevbe ve nedamet etmeyip ma’sıyyette devam ede.” (Ali el-Müttakî, no: 10437)

“Sizin hastalığınızın ve şifânızın ne olduğunu söyleyeyim mi? Hastalığınızın günâhlar, ilâcınızın da istiğfar olduğunu unutmayınız.” (Ali el-Müttakî, I, 479/2092)

“Meclisin (oturmanın veya oturulan yerin) keffareti, kulun şöyle demesidir:

“Seni hamdinle tesbîh ederim ey Rabbim! Senden başka bir ilâh bulunmadığına ve yalnız Sen olup şerîkin olmadığına şehâdet eder, Senin mağfiretini diler, sana tevbe ederim.” (İbn Hanbel, II, 369)

“Gıybetin keffareti, gıybet etdiğin kimse için istiğfar etmekliğindir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: 6259)

“Yeryüzündekilerden herhangi bir kimse,

لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَاللّٰهُ اَكْبَرُ وَلَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ

derse hatalarına keffaret olur. Bu hataları deniz köpükleri kadar da olsa.” (Ali el-Müttakî, I, 455/1963)

“Duânın hayırlısı istiğfar, ibâdetin hayırlısı da kelime-i tevhîddir.” (Ali el-Müttakî, I, 483/2112)

“Ya Ali, sana bir duâ öğreteyim mi ki zerreler adedince günâhın olsa sen de beraber olmak üzere mağfiret olunur. Şöyle söyle:

“Allah’ım, Sen’den başka ilâh yoktur. Sen Halîm ve Hakîm’sin, hayır ve bereketi çok olansın. Sen’i tenzih ederim, Sen yüce Arş’ın Rabbi’sin.” (Taberânî, Kebîr, V, 192/5060)

“İstiğfar, mü’minin sahife-i a’mâlinde nur gibi parlar.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: 3056; Ali el-Müttakî, I, 475/2064)

“Günâhdan tevbe eden kimse günâh işlememiş gibi olur. Fakat bir taraftan istiğfar, diğer taraftan günâhtda ısrar eden ise -el-iyâzü billah- Cenâb-ı Hakk ile istihza eden kimse gibi olur.” (Beyhakî, Şuabu’l-îman, V, 436)

“Bir kimse kalbi ve kalıbı ile istiğfara devam ederse Cenâb-ı Hakk o kimsenin gamlarını feraha ve sıkıntılarını genişliğe tebdîl ederek hiç ummadığı bir taraftan onu rızıklandırır.” (İbn-i Mâce, Zühd, 30)

“Tevbe ve istiğfar ile büyük günâhlar af olunduğu gibi mükerreren irtikâb edilen küçük günâhlar da, büyük günâhlar arasına dâhil olur.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: 9920)

“Kalbinde nedâmet olmadığı halde yalnız lisânen edilen istiğfar, yalancıların tevbesidir.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, III, 461, no: 3974)

“Cenâb-ı Hakk’a tevbe ediniz. Muhakkak ki ben günde yüz defa Cenâb-ı Allah’a tevbe ederim.” (Ebû Dâvud, Vitr, 26; İbn Hanbel, Müsned, II, 450)

“Ne mutlu o kimseye ki defter-i a’mâlinde çokça istiğfar bulur.” (İbn-i Mâce, Edeb, 57)

“Ey insanlar! Ölmeden evvel Allah’a tevbe ediniz.” (İbn Mâce, İkame, 78)

Seyyidü’l-İstiğfâr

Şeddad bin Evs -radıyallahu anh-’dan rivayete göre Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

“İstiğfârın en üstünü kulun şöyle demesidir:

«Allah’ım! Sen benim Rabbimsin. Sen’den başka ibâdete lâyık ilâh yoktur. Beni Sen yarattın. Ben Sen’in kulunum. Ezelde Sana verdiğim sözümde ve vaadimde hâlâ gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden Sana sığınırım. Bana lutfettiğin nîmetleri yüce huzûrunda minnetle anar, günâhımı îtirâf ederim. Beni affet, şüphe yok ki günahları Sen’den başka affedecek yoktur.»”

Rasûl-i Ekrem Efendimiz sözlerine devamla şöyle buyurur:

“Her kim, bu Seyyidü’l-İstiğfârı sevâbına ve fazîletine bütün kalbiyle inanarak gündüz okur da o gün akşam olmadan ölürse cennetlik olur. Yine her kim, sevâbına ve fazîletine gönülden inanarak gece okur da sabah olmadan ölürse cennetlik olur.” (Buhârî, Deavât, 2, 16; Ebû Dâvûd, Edeb, 100-101)

Bu duânın hulâsa-i meali: Ya Rabb, ben cürm ü kusurlarımı i’tirâf eylerim, tevbe ve istiğfar ederim, ni’metlerinin şükründen âcizim, beni afv ü mağfiret eyle, demektir.

İstiâze

Ebû Hüreyye’nin radıyallahu anh rivayet eylediğine göre Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuşlardır ki:

“Allah’ım! Kabir azâbından sana sığınırım. Cehennem azâbından Sana sığınırım. Hayatın ve ölümün fitnelerinden sana sığınırım. Deccâlin fitnelerinden sana sığınırım.” (Buhârî, Ezan, 149)

Sa’d bin Ebî Vakkas’dan radıyallahu anh rivayet olunduğuna göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hazretleri şöyle istiâze ederlerdi:

“Allahım! Cimrilikten sana sığınırım. Korkaklıktan sana sığınırım. Erzel-i ömre2 bırakılmaktan sana sığınırım, dünyâ fitnesinden: Yani Deccal fitnesinden sana sığınırım, kabir azâbından sana sığınırım.” (Buhârî, Tefsîr, Sûre: 16)

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Ve sizden erzel-i ömre bırakılanlar da vardır” (Nahl sûresi, 70) mealindeki âyet-i celîle nazil olduktan sonra Allah’a erzel-i ömürden de sığınmaya başladı.

Hazret-i Aişe’den radıyallahu anha rivayet olunduğuna göre Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle istiâze ederlerdi:

“Allahım, tenbellikten, bunaklık vâkî olacak derecede ihtiyarlıktan, ihtiyarlık çöküntüsünden, ma’sıyet mahallerinde bulunmakdan, borçluluktan, kabir fitnesinden, kabir azâbından, cehennemin fitnesinden, cehennemin azâbından ve zenginlik fitnesinden sana sığınırım. Fakîrliğin fitnesinden de sana sığınırım. el-Mesîhu’d-Deccâl’in fitnesinden de Sana sığınırım. Allah’ım hatâlarımı kar ve dolu suyu ile yıka. Beyaz bir elbiseyi kirlerden temizlediğin gibi kalbimi de hatâlardan temizle. Benimle hatâlarımın arasını, maşrıkla mağribin arasını uzak kıldığın gibi uzak kıl.” (Buhârî, Deavât, 39)

Buhârî’nin İbn-i Abbas’tan radıyallahu anhüma rivayet ettiğine göre Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle istiâze etmişlerdir:

“Ya Rabb! Senin îzzet ve kudretine sığınırım ki, senden başka hiç bir ilâh yoktur. Ve sen ölmezsin. Cin ve insanlar ise ölürler.” (Buhârî, Eymân, 13; Tevhîd, 7; Müslim, Zikr, 68)

Cabir -radıyallahu anh-dan rivayete göre Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz:

Kur’ân’dan:

“Ey Habîbim de ki Allah Teâlâ Hazretleri sizin üzerinize Nuh tufanı ve Kavm-i Lût’a taş yağdırdığı gibi sizin de üzerinize bir azâb göndermeğe kâdirdir.” (En’âm sûresi, 65) meâlindeki âyet-i celîle nâzil olduğu zaman:

اَعُوذُ بِوَجْهِكَ “Yâ Rabb! Böyle bir azâbdan zât-ı pâk-i ülûhiyyetine sığınırım!” buyurdu.

“Altınızdan, âl-i Fir’avn’in boğulması ve Karun’un yere geçirilmesi gibi size azâb etmeye kadirdir” (En’âm sûresi, 65) mealindeki nazm-ı celîlin kırâetinde yine:

اَعُوذُ بِوَجْهِكَ “Yâ Rabb! Böyle bir azâbdan zât-ı pâk-i ülûhiyyetine sığınırım!” buyurdu.

“Yahud Fırkalar ihtilâfıyla mukatele ve muharebe zaruretlerine ve biriniz diğerinizin kılıncıyla katlolunmasına kâdirdir’ (En’âm sûresi, 65) mealindeki nazm-ı celîlin kırâetinde هٰذَا اَهْوَنُ اَوْ اَيْسَرُ “İşte bu bir dereceye kadar ehvendir, yahud biraz daha kolaydır” buyurdu.” (Buharî, Tefsîr, 6/2)

Başka bir hadîs-i şerîfde Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Hazretleri:

“Ben Allah Teâlâdan ümmetimden dört şeyin kaldırılmasını istedim. Allah Teâlâ Hazretleri ikisini kaldırdı, ikisini kaldırmadı. Ümmetimi kavm-i Lût gibi semâdan taş yağdırarak ve Karun’a yaptığı gibi yere geçirmekle helak etmemesi için duâ ettim. Cenâb-ı Hak bu iki duâmı kabul buyurdu. Fakat fırkalar ve hizibler ihtilafıyla aralarında mukatele ve muharebe ihtilâfının ve yekdiğerinin kılıncıyle katil ve helak edilmeleri cihetinden de ref’ ve izâlesi için duâ ettim, kabul buyurmadı” demişlerdir. (Bkz. Ali el-Müttakî, XI, 174/31101)

Yani insanlar arasında ilâ yevmi’l-kıyam fırkalar ihtilafıyla veya ecnebi düşmanların tasallutuyle aralarında muharebe ve mukatele eksik olmayacak demekdir.

“İblîs yeryüzüne inince Allah’a şöyle dedi;

– Ya Rabbi, beni yeryüzüne indirdin ve kovulmuş birisi yapdın. Öyle ise bana bir ev ver. Allah Teâlâ:

Hamam, dedi.

– Bana bir de meclis ver, dedikde;

Çarşılar ve yol kavşakları, dedi.

– Bana içecek ver, dedi.

Her sekir veren şey, dedi.

– Bana müezzin ver, dedikte:

Çalgıcılar, dedi.

– Kitap ver dedikte:

İnsanların vücudlarına yaptırdıkları dövmelerdir, dedi.

– Bana bir söz ver, dedikde:

Yalan sözler senin sözlerindir, dedi.

– Bana bir peygamber ver dedikte;

Kâhinler, dedi.

– Tuzak ver, dedikde:

Kadınlardır” dedi. (Râmûzû’l-ehâdis, s. 332)

“İblis’in, köpeğin hortumu gibi bir hortumu vardır. Onu Ademoğlunun kalbine sokar ve durmadan şehvetleri, lezzetleri hatırlatır ve Rabbi hakkında şüpheye düşürmek gayretiyle vesvese verir. Kul:

اَعُوذُ بِاللّٰهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ. وَاَعُوذُ بِاللّٰهِ اَنْ يَحْضُرُونِ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمِ

deyince şeytan kalbinden hortumunu çeker.” (Ali el-Müttaki, I, 251/266)

Süleyman bin Surad -radıyallahu anh- şöyle dedi:

Bir gün Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in yanında oturuyordum. İki kişi birbirine sövüp duruyordu. Bunlardan birinin yüzü öfkeden kıpkırmızı olmuş, boyun damarları şişmiş, dışarı fırlamıştı. Bunu gören Rasûlullâh -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“Ben bir söz biliyorum, eğer bu kişi onu söylerse, üzerindeki bu kızgınlık hâli geçer. Eğer o:

«İlâhi rahmetten kovulmuş şeytandan Allaha sığınırım» derse, üzerindeki hâl kaybolur.”

Oradakiler Nebî -sallallahu aleyhi ve sellem-’in ona “İlâhî rahmetten kovulmuş şeytandan Allah’a sığın!” tavsiyesinde bulunduğunu ilettiler… (Buhârî, Bed’ü’l-halk 11, Edeb 44, 76; Müslim, Birr 109)

“Şöyle de: «Ey Rabbim! Kulağımın şerrinden, gözümün şerrinden, dilimin şerrinden, kalbimin şerrinden ve menimin şerrinden sana sığınırım.” (Neseî, İstiâze, 4)

“Gecenin evvelinde ve gündüzün evvelinde şu duâ ile duâ eden kulu Allah Teâlâ İblîs ve askerlerinden korur:

“Şânı yüce, burhanı büyük, kudreti şiddetli Allah’ın adıyla. Allah ne dilerse o olur. Şeytandan Allah’a sığınırım.” (Ali el-Müttakî, II, 225/3862)

“Belânın sizi ezmesinden, şekavetin çukuruna düşmekten, kötü kazaya uğramaktan ve düşmanların şamatasından Allah’a sığının!” (Buhârî, Kâder, 13)

“Cehennemden Allah’a sığınınız. Kabir azâbından Allah’a sığınınız. Mesîh Deccâl’in fitnesinden Allah’a sığınınız. Hayatın ve ölümün fitnesinden Allah’a sığınınız.” (Râmûzû’l-ehâdis, s. 255)

“Allah’a sığınanların sığınma vâsıtalarının efdalini söyleyeyim mi? Felâk ve Nâs sûreleridir.” (Râmûzû’l-ehâdis)

“Şu yaptığım tavsiyeyi işitmene hiç de bir mâni’ yokdur: Sabah ve akşama çıktığında de ki:

“Ey Hayy u Kayyum olan Rabbim! Rahmetine tevessül ederek bana yardım etmeni istiyorum. Benim her hâlimi ıslâh eyle. Göz açıp yumuncaya kadar da olsa beni kendime (nefsime) bırakma!” (Hâkim, I, 730/2000)

Kaynak: Mahmud Sami Ramazanoğlu, Dualar ve Zikirler, Erkam Yayınları