Dilin Edebini Gözetmek | Peygamberimizin Eğitim Dili

PEYGAMBERİMİZ

Dilin edebi nedir? Müslüman, dilin edebini nereden öğrenir? Sözün edebi için zarûrî olan ilk vasıf nedir? Güzel söz nedir, çeşitleri nelerdir?

Eğitim-öğretimin en büyük sermâyesi lisandır.

Lisânın edebini, bir mü’min Kur’ân-ı Kerim’den öğrenir.

Çünkü Kur’ân, mü’minler için, her hususta olduğu gibi lisânın edebi mevzuunda da rehberlik etmekte ve bir Kur’ân lisânı tâlim etmektedir.

Sözün edebi için zarûrî olan ilk vasıf, sözün doğru olmasıdır.

Dilimiz bir hakikati dile getirmiyor, gerçekleri konuşmuyorsa sözlerimiz ne kadar zarif, ne kadar tatlı veya ne kadar tesirli olursa olsun beyhûdedir. Cenâb-ı Hak buyurur:

“Onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.” (el-Mü’minûn, 3)

Bu sebeple Cenâb-ı Hakk’ın umûmî bir vasıf olarak îmân emri, doğru sözdür. Yani;

قَوْلًا سَد۪يدًا / KAVL-İ SEDÎD”

“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin!” (el-Ahzâb, 70)

Doğru söz dünyada da âhirette de ıslahın, huzurun anahtarıdır. Doğruluk; sözün en mühim vasfıdır, fakat tek vasfı değildir. Doğru sözün de yeri ve üslûbu çok mühimdir.

En acı hakikatleri, en ciddî ihtarları, en ağır îkazları muhatabın gönlüne sunmanın yolu, bu sözleri en güzel üslûpta, en güzel sözlerle ifade etmektir. Bu umumî ölçü de; «güzel söz»dür. Yani;

“وَقُولُوا لِلنَّاسِ حُسْنًا / KAVL-İ AHSEN”

“...İnsanlara güzel söz söyleyin.” (el-Bakara, 83)

وَقُلْ لِعِبَاد۪ي يَقُولُوا الَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ

“Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler...” (el-İsrâ, 53)

Yine âyet-i kerîmede;

(Rasûlüm) Sen Rabbinin yoluna güzel ve hikmetli öğütle davet et...” (en-Nahl, 125) buyurulmuştur.

Mü’minin ağzından dâimâ rahmet saçılacak. Hiçbir peygamberde muhatabına karşı kaba bir hitap yoktur. Onlar her zaman dîni tebliğ ederken ifadelerini pırlanta kelimelerle takdim etmiş ve gönülleri hoşnut etmişlerdir. Yine onların izini adım adım takip eden «evliyâullah»ta da kaba hitap yoktur.

Sözün âdâbında doğruluk ve güzellik şeklinde iki umûmî esastan başka, Kur’ân-ı Kerim sözün husûsî muhataplarına mahsus vasıflar da zikretmiştir.

Bu husûsî hâllerden biri, husûsen sert tabiatlı, hırçın, zâlim kişilere karşı onların gönüllerini yumuşatmak için hakikati yumuşak söylemektir, yani;

قَوْلًا لَيِّنًا  / KAVL-İ LEYYİN”

“Ona (Firavun’a) yumuşak söz söyleyin! Belki o, aklını başına alır veya korkar.” (Tâhâ, 44)

Hiçbir dere ya da hiçbir akarsu dağa tırmanamaz. Dağı aşmak için ancak onun kenarından dolaşmalıdır. Böyle olduğu takdirde katedilen mesafe uzun, lâkin istenilen arzu ve maksat hâsıl olmuş olur.

Tebliğdeki «kavl-i leyyin», hakikatin; kırıcı olmayan, cedele değil kabule sevk eden, yumuşak bir üslûpla beyan edilmesinden ibarettir.

Cenâb-ı Hak, Peygamber’ine hitâben şöyle buyurmaktadır:

“O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın!

Şayet Sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi.

Şu hâlde onları affet; bağışlanmaları için duâ et; iş hakkında onlara danış.

Kararını verdiğin zaman da artık Allâh’a dayanıp güven.

Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Âl-i İmrân, 159)

Bu; eğitimci ile öğrenci arasında katılığın faydasızlığını, yumuşaklığın ise büyük bereket kaynağı olduğunu ifade eden, çok mühim bir âyet-i kerîmedir.

Çünkü tebliğde gereken, yumuşak ama tesirli bir sözdür... Nitekim uzun sözü maksadını anlatamayan söyler. Yani;

قَوْلًا بَل۪يغًا / KAVL-İ BELÎĞ”

“Allah; onların kalplerinde ne var, ne yok pek iyi biliyor. Onun için Sen onlara aldırma, fakat kendilerine öğüt ver ve onlara kendilerine dair, içlerine işleyecek beliğ sözler söyle.” (en-Nisâ, 63)

Kullarından vefâ isteyen Cenâb-ı Hak, bir mü’minin anne-babasına; değerli, zarif sözlerle hitâb etmesini emretmektedir. Yani;

قَوْلًا كَر۪يمًا  / KAVL-İ KERÎM”

“Sakın onlara (ana-babaya); «Üf!» (bile) deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle!” (el-İsrâ, 23)

Âyetin devamında, anne-babaların çocuklarını merhametle terbiye ettiği telkin edilmektedir. Buradan anlayacağımız;

Anne-babalar, evlâtlarını sıcak ve sevecen hitaplarla büyütmeli; evlâtlar da kıymet verici, tatlı-güzel sözlerle onlarla konuşmalı, böylece aile temelinde zarâfet, nezâket ve letâfet hâkim olmalı...

Anne-baba gibi kalbi hassas olan muhtaçlara da Allah Teâlâ gönül alıcı bir lisân ile hitâb edilmesini emretmektedir. Yani;

قَوْلًا مَيْسُورًا / KAVL-İ MEYSÛR”

(Ey Habîbim) Eğer Rabbinden umduğun (beklemek durumunda olduğun) bir rahmet için onların (çevrendeki fakir müslümanların) yüzlerine bakamıyorsan, hiç olmazsa kendilerine gönül alıcı bir söz söyle!” (el-İsrâ, 28)

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; gönül alıcı söz söylemekle emrolunduğu bu muhtaç müslümanların, aynı zamanda hocasıydı. Bu âyet, eğitimcilere bir mesaj vermektedir. Eğitim erbâbı; öğrencilerinin maddî-mânevî derdiyle dertlenmeli, onlara yakın ilgi göstermeli, imkânsızlıkların sevkiyle de olsa onlardan asla yüz çevirmemelidir.

Dilde edebin bir düsturu daha vardır ki, o da, yerli-yerince, münasip, örfe uygun, güzel söz mânâsındaki;

قَوْلًا مَعْرُوفًا  / KAVL-İ MÂRÛF”

ifadesidir. Rabbimiz;

“Onlara güzel söz söyle!” (en-Nisâ, 5) buyuruyor. Nitekim âyette;

“...Sesini alçalt! Unutma ki seslerin en çirkini, merkeplerin sesidir.” (Lokmân, 19) buyurulmuştur.

Bunların hepsi mü’minlerin öğrenmesi gereken Kur’ân lisânıdır.

Bir mü’minin hangi makamda hangi sözü söyleyeceğini iyi bilmesi lâzım. Hazret-i Ebûbekir Efendimiz’in bununla ilgili şöyle bir nasihati vardır:

“Ne söylediğini, kime söylediğini, ne zaman söylediğini unutma.”

Çünkü ağızdan çıkan her söz ilâhî kameraya kaydediliyor. Kıyâmet günü o kayıtlardan kendimizi seyredeceğiz. Nitekim âyette şöyle buyurulur:

“İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kāf, 18)

Bu hakikat dolayısıyla Peygamber Efendimiz bizleri şöyle uyarır:

“Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden kişi, ya hayır söylesin ya da sussun!” (Buhârî, Edeb, 31, 85, Rikāk, 23)

Yine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Özür dileyeceğin bir sözü söyleme!” buyurmuşlardır. (İbn-i Mâce, Zühd, 15)

Söz, kalpten çıkarsa kalbe ulaşır. Lâkin dilden çıkarsa kulağı geçemez, orada takılır, kalbe inmez.

Bir gün Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh-’ın soruları üzerine ona bazı tâlimatlar verdi. Ancak bunlarla kalmayıp daha ileri gitmesini isteyerek ona daha hayırlı şeyler tavsiye etti. Bir müddet böyle devam ettikten sonra Peygamber Efendimiz fem-i saâdetlerine işaret buyurarak;

“–İnsan hep hayır konuşmalı, hayır konuşmayacaksa susmalı.” buyurdu. Muâz -radıyallâhu anh-;

“–Konuştuklarımızdan dolayı hesâba mı çekileceğiz?” diye sordu. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Muâz’ın dizine vurdu ve ona şunları söyledi:

“–Allah hayrını versin Muâz! İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, dillerinin söylediğinden başka nedir ki?

Kim Allâh’a ve âhiret gününe inanıyorsa, ya faydalı söz söylesin veya sussun, zararlı söz söylemesin!

Sizler hayırlı söz söyleyerek kazançlı çıkınız; zararlı söz söylemeyerek rahat ve huzûra kavuşunuz.” (Hâkim, Müstedrek, IV, 319/7774)

Söze ne kadar dikkat edilmesi gerektiği husûsunda şu hadîs-i şerif de çok mühimdir:

“Kul, Allâh’ın hoşnut olduğu bir sözü söyler, fakat onunla Allâh’ın rızâsını kazanacağı hiç aklına gelmez.

Hâlbuki Allah; o söz sebebiyle, kendisine kavuştuğu kıyâmet gününe kadar o kimseden hoşnut olur.

Yine bir kul da Allâh’ın gazabını gerektiren bir söz söyler fakat o sözün kendisini Allâh’ın gazabına çarptıracağını düşünmez.

Oysa Allah, o kimseye o kötü söz sebebiyle kendisine kavuşacağı kıyâmet gününe kadar gazap eder.” (Tirmizî, Zühd, 12; İbn-i Mâce, Fiten, 12)

Velhâsıl; muallimlerimiz, muallimelerimiz, Cenâb-ı Hakk’ın bizden arzu ettiği, Kur’ân lisânını ve lisânın edebini, iyice öğrenip hazmetmeli ve onu öğrencilerine öğretme derdinde olmalıdırlar.

Kaynak: Osman Nûri TOPBAŞ, O'NUN EĞİTİM LİSÂNI, Yüzakı Yayıncılık