Dili Yozlaştırmak Vatana İhanettir

TARİHİMİZ

Musa Topbaş Hocaefendi, dildeki yozlaşmanın vatana yapılabilecek en büyük ihanetlerden biri olduğu belirtiyor.

Dildeki yozlaşmanın neslimize yapılan en büyük kötülüklerden biri olduğunu ifade eder ve üzüntülerini dile getirirlerdi. Azerbeycan Milli Şairi Mehmed Aslan Bey’e verdiği mülakatta bu konuda şunları söylüyordu:

“Ne yazık ki, Türkiyemiz’de eskisi gibi güzel edebiyat lisânı kalmadı. Yazarlar basit, şâirler de altın kelimelerimizi ya bilmediklerinden ya da beğenmediklerinden kendi kendilerine acâip garâip şeyler uydurdular. Altın tuğlaları edebiyat duvarından söküp atıyor, yerine çamur dolduruyorlar.

Bu dil kargaşası, hiçbir halkın başına gelmemiştir. Böyle bir memlekette bundan sonra şâirler nasıl yetişebilir? Şüphesiz dili yozlaştıranların gayesi, Müslüman düşmanlığı! Müslümana karşı savaşın mantıkî devamı!..

Bir lisan en az üç - beş asırda şekillenip meydana gelir. Osmanlıca oldukça zengin bir dil! Türkçe’yi, Arapça’yı, Farsça’yı ve daha bunun gibi birçok dili kendi içerisinde eritip zengin bir dil olduğunu, Osmanlı İmparatorluğu zamanında açık bir şekilde ispatlamıştır.

Bugün dilimizin, dinimizin, mâneviyatımızın düşmanları güyâ bu lisanla asrın medenî - teknik inkişâfını ifâde etmek zor olur diye, uydurma gülünç kelimeler kullanıyorlar. Türkçemiz, muâsır ilmî - teknik asrın bütün mefhumlarını ifâde edebilecek güçtedir. Yeter ki, sen ona şefkatle yakınlaş, onun geniş imkânlarını öğrenmeye gayret göster! Dünyada hiçbir kavmin lisanı, bizim dilimiz gibi sun’î mücadeleye mâruz kalmamıştır. Dil, yüzyıllar süren zaman zarfında ancak halk tarafından oluşturulur.

Onu kanun ve kararlarla atıp, yerine uydurma kelime koymakla kısır hâle getirenler en başta bu halka ihanet etmiş olurlar.

Edebî geçmişimizde eserlerinin dilini öztürkçe kullanan büyüklerimiz olmuş. Yunus Emre gibi. Ana sütü gibi temiz, tatlı, duygulu, halkın öz dili gibi şekerli bir dil! Okudukça rûhunun karanlıklarına ışık gelir; gözün - gönlün açılır!..

Önceleri okuyan ve okumayan belli olurdu. Kimin akıllı, kimin câhil olduğu göz önünde idi. Bir mahallenin sakinleri, bir bahçıvan, bir işçi, Türkçemizi derinden bilir, fasih şekilde konuşabilirdi. Şimdiki üniversite bitirmiş, hattâ 5-6 fakülteye girip-çıkmış, mezun olmuş nice gençler var, iki-üç kelimeyi lâyıkı vechile yan yana getiremiyor. Çünkü Türkçemizi bilmiyorlar, onun geniş imkânlarından habersizler.

Önceden Türkçemizin mükemmel imlâsı vardı. İmlânın edebi gözetilirdi. Ya şimdi, Türkçemizin örnek olabilecek imlâ yazı şekli bile yok! Herkes kendi bildiği gibi yazıyor. Türkçemiz ortalıkta sefil çocuk gibi kaldı. Bu “Sefil”in hâli her gün biraz daha fenâlaşıyor. Derde devâ bulunmayınca illet kök salar, vücuttan çıkmak istemez…”

Dil çok mühim! Dil halkın târihi hâfızası, dil milletin varlığının esâsı! Dil, kısaca diyecek olursak, milletin özü! Bu yüzden de onu unutturmaya çalışıyorlar. Şimdi arşivlerde, kütüphânelerde eski harflerle kaleme alınmış çok kıymetli eserler var. Genç nesil mâzisinden kopmuş bir halde, geçmişinden, soyunun târihî gayretinden habersizdir.

Ey bugünün münevver Türk gençliği!

Tarihini iyi öğren! Kütübhanelerdeki eski eserleri oku! Bilgini çoğalt. Eski Türk Osmanlıca harflerini bilmiyor isen, çalış öğren, bilhassa Kur’an-ı Kerim’i kolaylıkla okuyabilenler, beş altı ayda kolaylıkla öğrenebilirler. Zannedildiği gibi zor değildir. Cenâb-ı Hakk’ın izni ile kısa zamanda istenilen netice elde edilir”.

Kaynak: musatopbas.com