Çocuk Terbiyesinde Babanın Rolü

Çocuk Eğitimi

Çocuğun eğitimi ve terbiyesinde babaya ne gibi vazifeler düşüyor? Nurten Selma Çevikoğlu, çocuk eğitiminde ve terbiyesinde babanın rolünü yazdı...

Memleketimizde hâkim olan kültüre göre, “çocuk terbiyesi” denilince akla, öncelikle “anne” gelir. Erkek ve kız, bütün çocukları her dönemde eğitim yetiştirmek, her türlü problemleriyle ilgilenmek; öncelikle ve sadece annenin vazife ve sorumluluğu gibi anlaşılır ve uygulanır.

ÇOCUK EĞİTİMİNDE BABANIN ROLÜ

Hâlbuki gerek yüce dinimiz İslâm’a, gerekse çocukların şahsiyet ve psikolojik gelişimlerinin sağlıklı ve dengeli olabilmesi için; hem annenin, hem de babanın evlatlarıyla birebir ilgilenmesi gerekir. Annenin boşluğunu tam olarak baba; babanın boşluğunu da layıkıyla anne dolduramaz.

Günümüzdeki âilelerde, çocuklarla ilgilenme ve onları yetiştirme vazifesi; eğitimi, kabiliyeti, merak ve enerjisi ne olursa olsun, anneye yüklenmiştir. Baba ise, olup bitenleri ya uzaktan izlemekte, ya anne vasıtasıyla işin içine girmekte ya da bu işlerle irtibatını tamamen kesmiş bir şekilde, kendi dünyasıyla meşgul olmaktadır. Bir annenin, ne kadar firasetli, kabiliyetli ve yetişmiş olursa olsun, her hususta, bütün çocukları için yeterli olması, babasını aratmaması veya babanın boşluğunu doldurması düşünülemez.

Çok özetle söyleyecek olursak; Rabbimiz, evlatların gönlüne anne eliyle “şefkat”, baba eliyle “otorite” duygularını yerleştirir. Her çocuk, otoriteden mahrum bir şekilde, sadece şefkat eliyle yetiştirilirse, kendi duracağı sınırları bilemez. Aynı şekilde şefkatten uzak, sadece katı kuralların ve acımasız cezaların bulunduğu bir âile ortamında yetişirse, bu sefer de kalbine şefkat ve merhamet girmez. Kısacası, insanın çocukluk devresi ve almış olduğu eğitim tarzı, bütün hayatına tesiri olan çok kıymetli bir devredir. Bilhassa çocukluk devrelerinde bu denge kurulamazsa, ilerleyen yaşlarda bu dengenin kurulmasının da bir faydası olmaz.

Bütün bu sebeplerle babalar, çocukların eğitiminde aktif rol üstlenmeli; gerek erkek ve gerekse kız çocukları için “babalık” vazife ve sorumluluğundan kaçmamalıdır. Anneler, bu hususta aslâ yalnız bırakılmamalıdır.

Öyleyse şimdi sıra “Çocukların eğitimi için babalar neler yapmalı?” sorusunun cevabına geldi:

Her şeyden önce baba, kendisini “baba” olarak görmelidir. Bu cümle, bazı kimseleri şaşırtabilir. Ancak kendisi hâlâ çocukluk veya bekârlık çağlarında kalmış olan; evlendiğini, hanımının ve çocuklarının olduğunu fark etmeyen çok erkek vardır. Kendisini âile içinde bir mevkiye yerleştirememiş, âdeta misafir gibi eve gidip gelen bir insanın çocuklara vereceği şeyler neredeyse yok gibidir.

Baba; günlerini, saatlerini tamamen “dışarıda” geçirmemelidir. İş ve hizmet hayatının yoruculuğunu ya da dost-ahbap sohbetlerinin uzun süren keyfinin bedelini; hanımına ve çocuklarına çektirmemelidir. İnsanın elbette Allah için çalışması, hizmet etmesi güzeldir. Bu hususta elinden gelen gayreti göstermesi de gerekir. Ancak hayatın en önemli gerçeklerinden birisi olan “itidali: dengeyi” kaybetmemek şartıyla… Eşinin ve çocuklarının, günlerce, haftalarca, hattâ aylarca yüzüne hasret kaldığı bir iş ve hizmet modeli, ne kadar insânîdir, ne kadar İslâmîdir?

Benzer şekilde kahvehânelerde, oyun salonlarında ya da evde televizyon başında saatlerini, ömürlerini tüketen babalar; hem kendi hayatlarını, hem de çocuklarının duygu, hayal ve ihtiyaçlarını israf etmektedirler. Bugün “çocuklarını görmek istemeyen”, onları tamamen annesine “yıkan” babalar; ileride çocuklarında görülen kötü düşünce, yanlış arkadaş veya kötü ahlâk sebebiyle şikâyet etme hakkına sahip değillerdir. Bir insanın sadece karnını doyurmak, ona babalık etmek değildir. Tıpkı bir çocuğu sadece dünyaya getirmenin, bir kadını “anne” yapmadığı gibi…

Saksıya diktiğimiz küçücük bir tohum, bir fide bile devamlı ilgilenmeyi beklerken çocuklarımızın bir çiçekten veya tohumdan daha değersiz olduğunu düşünmemeliyiz. Bir çiçeğin vakti geldiğinde suyu verilmeli, toprağı havalandırılmalı, güneş ışığından mahrum bırakılmamalı ve etrafında oluşan ayrık otları temizlenmelidir. Çocuklarımız da bir çiçektir. Kendi ayakları üzerinde durana kadar, ona hayat veren şeylerle kendisini beslemeye devam etmeliyiz. Şefkat, merhamet, ilgi, mâneviyat ve güzel çevrede onu yetiştirmeye çalışmalı; kendisine zarar verecek her türlü duygu, düşünce, arkadaş ve çevreden -gücümüz yettiğince- onu korumaya çalışmalıyız.

Evlatlarımızı “saldım çayıra” misâli, hüdânâbit yetiştirmek bir anne-babaya yakışmaz. Böyle bir evlat yetiştirmenin, Allah katında hesabı da çok zordur. Zira evlatlar, anne-babaya zimmetlenmiştir. Evlat nimetinin ziyan edilmesi, insan israfının en acı şeklidir. En güzide, en rahat şekil alabilecek bir malzeme; en hoyrat, en düşüncesiz ve en acımasız ellerde yok olup gitmektedir.

Elbette her anne-babanın, bilhassa evliliğin ilk yıllarında her şeyi mükemmel olarak bilmesi, uygulaması beklenmez. Bilhassa “çekirdek âile” modeli hayat tarzına geçtiğimiz devirlerden beri, her genç anne-baba, Amerika’yı yeniden keşfetmek, deneye-yanıla bazı şeyleri öğrenmek zorunda kalmaktadır. Ancak buradaki asıl mesele, “acemilik” veya “cehalet” sebebiyle yapılan hatalar değil, yaptığı hatayı görmek istememek ve bilgisizliğini aşmaya gayret göstermemektir. Kendisini yetiştirmek için gayret göstermeyen bir anne, eşini kendi hâline bırakan bir baba; ne yazık ki, yıllar geçse de eğitim hususunda yerinde saymaya devam etmektedir. O hâlde gerek annelerin, gerekse babaların her gün “ebeveyn” olarak bir şeyler öğrenmesi şarttır. Hayat devam edip gitmekte, çocuklar her geçen gün yeni ihtiyaçlar ve dertlerle büyümektedirler.

Diğer taraftan çocuklarını, kendi devirlerine göre yetiştirmek isteyen anne-babalar vardır. “Biz çocukluğumuzda şöyle şöyle yapardık!” diye başlayan ve akıp giden zamanı, gelişen-değişen şartları görmeyen; çocuklarını geleceğe hazırlayamayan anne-babaların durumu da içler acısıdır. Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh-; “çocukların eğitiminin onların yaşayacağı döneme göre yapılmasını” tavsiye etmesi çok ibretlidir. Anne-babalar, gelişen şartları da göz önünde bulundurmalı ve çocuklarını geleceğe hazırlamalıdır.

Geleceğe hazırlama demişken, bir Müslüman için asıl gelecek kaygısı; “âhiret hayatı”yla ilgili olmalıdır. Bunun için de babanın, âilenin mânevî hayatıyla birebir ilgilenmesi şarttır. Baba, ya kendisi “hoca olmalı”, çocuklarını ve eşini yetiştirmeli ya da “bir hoca bulmalı ve onların âhiretteki ahvâlinden mes’ûl olduğunu unutmamalıdır. Dinimiz çocukların maddî velâyetini, genel olarak babaya verdiği gibi, mânevî velâyetini de babaya vermiştir.

Anne ve babalar, sahip oldukları evlatlarının kabiliyet ve meraklarını da keşfetmeli, onları başarılı olacakları sahaya yönlendirmelidirler. Allah her kuluna farklı özellikler, farklı güzellikler vermiştir. Bu mânâda anne-babalar; evlatlarının “kim” ve “ne” oldukları üzerine titreyen “gözler” olmalı ve onların neye meyilli olduklarını keşfetmelidirler. Şayet kendi bilgi ve tecrübeleri bu hususta yeterli değilse, öğretmen vb. çevrelerinden destek almalı, onların yapacağı objektif değerlendirmeleri de hoşgörü ile karşılamalıdırlar. Çocuklarına, kendi hayal ve isteklerini dikte ettirmemeli, kendilerinde mevcut özellikleri hayra ve güzelliğe yönlendirmeye çalışmalıdırlar.

Anne ve baba, birbirinin alternatifi, düşmanı veya rakibi değildir. Anne, yokluğunda babayı kötülememeli, onun eksik ve kusurlarını çocuklarının gözü önüne sermemeli, onun itibarını korumalıdır. Başka bir şekliyle, “babanın arkasından iş çevrilmesi gerektiği” duygu ve düşüncelerini çocuklarına vermemelidir. Aynı hassasiyet babada da bulunmalıdır. O da bilhassa çocuklarının yanında annesini sevdiğini, onun hürmete layık bir kimse olduğunu göstermeli; ikisi de birbirinin şahsiyetini rencide etmekten çekinmelidir. Çocuklar, anne-baba arasında “taraf” veya “hakem” olmaya zorlanmamalıdır. Zira bu durum, onları ciddî psikolojik yanlışlara sürükleyebilir.

Elbette ki analık nasıl zorsa, babalık da zordur. Bugün yoğun çalışma temposundan ne yazık ki, babayla çocuklar arasında zayıf bir irtibat kalmıştır. Oysa babayla çocuk arasındaki bağ, daha çocuk doğmadan önce, yani anne hâmileyken başlamalıdır. Baba, annenin o zorlu dönemlerinde onun en büyük yardımcısı olmalı; o hassas dönemde eşine daha çok ilgi, sevgi ve yakınlık göstermelidir. Böylece doğacak çocukla olan münasebet, o daha dünyaya gelmeden kurulmuş olur.

Baba Olmak

Baba olmak, yalnızca çocuk sahibi olmak değildir. Baba olmak, tatlı bir heyecandır. İlk doğan çocuğuyla baba bu heyecanı, tâbiri câizse “şok” seviyesinde yaşar. Fakat bu hislerin yanında babayı ağır sorumluluklar beklemektedir. Baba olmak; ciddiyet, bilgi ve öğrenme sürecini de beraberinde getirmelidir. Babalık engin sabır, hoşgörü, inanç ve sevgi ister.

Bu güzel duygularla beraber babada hemen ideal ölçüler şekilleniverir. “Mükemmel bir baba olmak ve örnek bir evlat yetiştirmek adına neler yapabilirim?” düşüncesiyle, baba büyük bir titizlikle arayış içine girmelidir. Şuurlu bir baba, yukarıda da belirttiğimiz gibi çocuk eğitimi konusundaki eksiklerini belirledikten sonra, bunları gidermek gayesiyle kalıcı adımlar atar. Evlât yetiştirme konusunda kendini geliştirir, yetiştirir.

Doğumdan önce başlayan babayla çocuk arasındaki bu münâsebet, çocuk doğduktan sonra da artarak devam eder. Çocuk, babanın kendisine gösterdiği ilgi, sevgi ve alâkayı fark ettikçe aradaki ünsiyet, sevgi ve yakınlık güçlenir. Kur’ân-ı Kerîm’de baba-çocuk arasındaki iletişimi anlatan pek çok âyet-i kerîme vardır. Bu âyetlerde, sorumluluk duygusunun doruğunda olan peygamber babaların oğullarını nasıl uyardıkları, onları en iyi bir şekilde yetiştirebilmek için nasıl çaba gösterdikleri tasvir edilmektedir. Bu kıssalar, babalara en güzel misallerdir. Hazret-i İbrahim’in (a.s.) oğluyla, Hazret-i Yakub’un (a.s.) oğullarıyla, Hazret-i Nûh’un (a.s.), Hazret-i Lokman’ın (a.s.) oğluyla aralarındaki münasebetleri anlatan kıssalar, bizlere önemli mesajlar vermektedir. Bugün babaların bu kıssaları ve âyetleri bir bir inceleyerek neticelerine göre bir sorumluluk şuuru geliştirmeleri elzemdir.

Lokman Hakîm (a.s.), oğluna şu nasihatlerde bulunmaktadır:

“Ey oğulcuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar azmedilmeye değer işlerdir. İnsanlara karşı kibirlenme ve yeryüzünde çalımla, böbürlenerek yürüme. Çünkü Allah Teâlâ kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri sevmez. Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt…” (Lokmân, 17-19)

Hazret-i Âdem’in (a.s.) de oğlu Hazret-i Şît’e (a.s.) şöyle nasihat verdiği nakledilmiştir:

“Ey Şît! Dünyaya gönül bağlama. Her işin sonuna bakıp neticesinin nereye varacağını düşün. Bir işe başlayacağın vakit, kalbine bir sıkıntı gelirse, o işi bırak, yapma ve hayatın boyunca sürekli danışarak iş yap.” (M. Âsım Köksal, Peygamberler Târihi, TDV, c: 1, sh. 69-70)

Büyük âlimlerden İmâm-ı Gazâlî Hazretleri de şöyle demektedir:

“Ey oğul! Bilmediklerini öğrenmek istiyorsan, ilk önce bildiklerinle amel etmelisin. Allah vergilerinin en hayırlısı, akıl ve ilim olduğu gibi, musîbetlerin en kötüsü de ahmaklık ve cehâlettir.”

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri, asırlar ötesinden şöyle seslenir:

“Ey oğul! Eğer düşmanını sevmek, düşmanının da seni sevmesini istiyorsan, kırk gün onun iyiliğini ve hayrını söyle. Göreceksin ki o düşman, senin en yakın dostun olacaktır. Çünkü gönülden dile, dilden de gönle yol vardır.”

Tasavvuf büyüklerinden İbrahim Ethem Hazretleri ise:

“Ey oğul! Vakitlerin en şereflisi olan gençlik çağı, amellerin en faziletlileri için harcanmalıdır. Bu ameller ise, Cenâb-ı Hakk’a olan ibâdet ve tâatlerdir.” buyurur.

Şeyh Edebali’nin altın-cevher misâli sözlerini hatırlamakta da fayda var:

“Ey oğul! Câhiller arasındaki âlime, zenginken fakir düşene ve hatırlı iken itibârını kaybedene acı!.. Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.”

Babalara Nasihatler

Peygamberlerin ve çeşitli İslâm büyüklerinin evlâtlarına olan nasihatlerinde vurgulandığı gibi, babaların önce çocuklarını “Allâh’ın güzel kulları olmak üzere” yetiştirmeleri gerekir. Evlâdın güzel bir kul olması için, babanın da güzel bir kul olması şarttır. Eğri ağacın, doğru gölgesi olmaz.

Anne ve babalar önce kendi kalplerini doyurmalı, mânevî âlemlerini süslemeli ve engin tefekkür âlemlerinin seyyâhı olmalıdırlar ki, evlâtları da onların ufkuna doğru doludizgin at sürsün, yelken açsın!..

Evlât terbiyesi, çocuk doğmadan başlar. Çocukların bulunduğu ortama göre, doğumla birlikte eğitim, öğretim ve terbiye şekillenir. Bir çocuğun eğitimine ne kadar bilgi ve şuurla ihtimam gösterilirse, o kadar verim alınır. Bir çocuk ne kadar ihmal edilirse, o kadar kendisine ve çevresine zararı dokunur.

İslâm büyükleri, çocuklarının yalnızca maddî tahsilini değil, aynı zamanda onların mânevî terbiyelerini de temin için kendilerinin yetemedikleri durumlarda özel hocalar tutarak evlatlarının her yönden donanımlı olmalarını sağlamışlardır. Bugün anne-babalar, pahalı okullara göndermeyi, çocukları için en masraflı oyuncakları almayı, onların gönlünü hoş etmek için her türlü menfî propaganda ve hayat tarzının bulunduğu kitap, dergi, gazete, film vs. almayı “iyi bir ebeveyn olmak” zannediyorlar.

Çocuklarımızın karınlarını doyurduğumuz kadar ve belki ondan daha fazla, kalp ve kafalarını nelerle doldurduğumuzla ilgilenmeliyiz. Çünkü insan, karnıyla değil, kalbi ve aklıyla düşünür, hareket eder. Çocuklarımızı, bizim olmadığımız yıllara hazırlamak istiyorsak onlara bir-iki gün bedeninde kalacak şeyler yedirmekle meşgul olmak yerine, iki dünyada da faydası olacak temel bilgileri öğretmekle meşgul olmalıyız. Bu hem onların, hem de bizim kurtuluşumuz için şarttır.

Hakikaten çok şeyle birlikte bugün devir değişmiştir. Bu inkâr edilemez bir gerçektir. Günümüzde eskiden önemli bir yer işgal eden “mâneviyat”, yerini kuru bir maddiyata bırakmıştır. Hislerimiz, duygularımız eski nezâketinde değil. Duyarsızlık, daha çok hâkim... Babalar, anneler ve çocuklar da bu değişimden nasiplerini aldılar.

Maalesef her şeyin birbirine karıştığı asrımızda çocukla âile arasına uçurumlar girmiştir. Baba-anne, baba-çocuk, âile-çocuk arasında iletişim bozuklukları mevcuttur. Dışarılar, çocukları kapmak için fırsat kollayan art niyetli insanlarla doludur. Bütün bu menfîlikleri teşhis edebilen babaların, evlâtlarına ve âilelerine karşı olgun ve kucaklayıcı tavırlar sergilemesi şarttır.

Bugünün babası, sadece çalışıp çabalayıp evin nafakasının teminini, yegâne babalık vazifesi sanmamalıdır. Elbette bu da lâzımdır; ev halkının aç ve açıkta olmaması, babaların en öncelikli sorumluluklarındandır. Ancak çocuk terbiyesinde âilevî bütünlük esastır. Bir taraf noksan olunca, o eksiklik çabucak kendini belli eder. Meselâ; terbiyede sadece anne ilgisi tek taraflıdır. Baba tamamlayıcı en temel unsurdur. Anne-baba ilgisi tam, bu sefer okul ve eğitim yok. Bu da eksikliktir. Maddî her şey var, ama mâneviyat eksik... Bu da en önemli eksikliktir. Misallerden anlaşılacağı üzere terbiyede bütünlük ve denge şarttır. Tek bir tarafa aşırı meyil, hayatın gerçeğine uymadığı gibi, çocukların iç dünyasında da tamiri imkânsız büyük yaralar açmaktadır.

Dolayısıyla bugün babaların akıllı, şuurlu ve sorumlu davranarak çocuklarıyla güzel bir iletişim içinde olmaları elzemdir. Onları suçlamadan, geniş bir hoşgörüyle ve onların yerine kendisini koyarak çocuklara yaklaşmak ve onlarla ortak bir dil yakalamak gerekmektedir. Babalar; tatlı-sert bir tâkiple, yapıcı ve ibretli anlatımlarla çocukların gönlüne girmelidir. Evlâtlarının ruh dünyasına inme, kalbini fethetme; babaların asıl hedefleri olmalıdır. Bunlar elbette ki kolay şeyler değildir. Büyük bir fedakârlık, gayret, bilgi ve tecrübe ister. Ancak sevgi, duâ, iyi niyet ve gayretle aşılmayacak hiçbir engel yoktur Allah Teâlâ’nın izniyle… Yeter ki babalar, bu niyet ve azimde olsunlar.

Kaynak: Nurten Selma Çevikoğlu, Şebnem Dergisi, 147-148. Sayılar