Bugün Erdemli Bir Hayat Yaşamak Mümkün mü?

HAYATIMIZ

Modern hayatın karmaşasında doğruyu bulmak zorlaştı. Peki, erdemli bir hayat hâlâ mümkün mü? İslam düşüncesi, erdemi bir alışkanlığa dönüştürmenin yollarını sunuyor.

“İyi huy”, “ahlaki olgunluk” veya “doğru olanı yapma alışkanlığı” olarak da anlaşılabilen erdem, bugün özellikle Batı merkezli düşünce sisteminin bir sonucu olarak modern dünyada göz ardı edilir hâle gelmiştir. Oysaki, başta din-i mübin İslam olmak üzere, eski filozofların da dile getirdiği üzere, erdem, dünyada doğru bir hayat sürmenin adıdır. Sofistike bir şekilde “doğru hayat” kavramının cevabının kişiden kişiye değiştiği günümüzde, Kur’ân bu ölçüyü şöyle belirler: “İyilik ve takva üzerine yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın.” (Mâide, 2)

BUGÜN ERDEMLİ BİR HAYAT YAŞAMAK MÜMKÜN MÜ?

“Doğru” kelimesini bir hayat tarzı olarak ele aldığımızda, Hazreti Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in şu hadisi de bir kılavuz niteliği taşımaktadır: “Doğruluktan ayrılmayın. Çünkü doğruluk insanı iyiliğe, iyilik de cennete götürür.”

Cennet, müminler için ebedi saadet, sonsuz mutluluk yurdudur. İnsan, Allah’a kulluk için yaratılmıştır ve gönderildiği bu dünyada cennet hem bir varış noktası hem de ulaşılması gereken bir hedeftir. Bu hedefe nasıl varılacağı sorusunun cevabı ise açık: doğru, yani erdemli bir hayat sürmektir.

İslam medeniyetinin büyük mütefekkirlerinden biri olan Fârâbî’ye baktığımızda, onun insanın sonsuz mutluluğa erişmek için yaratıldığına, bu mutluluğa da ancak Allah’ın koyduğu ölçütlerle ulaşılabileceğine dair vurgularını sıkça görürüz. Çünkü mutluluk, ona göre maddi hazlardan değil; Rahmanî âlemle kurulan ilişkinin doğurduğu fiillerden doğar. Zira Cenâb-ı Hakk’ın katında iyilikten başka bir şeyin olmayacağına göre, insan da O’ndan aldıklarıyla, kurduğu irtibatla bu dünyada sorumluluğunu yerine getirmelidir.

“Bir beşer olan insan Allah ile nasıl irtibata geçebilir?” sorusunun cevabı, Kur’ân-ı Kerîm ve “yüce bir ahlâk üzere” olan Hazreti Peygamber’in örnekliğinde gizlidir. Kur’ân ve onu hayat tarzına dönüştüren sünnet, insanın Allah ile dünya hayatında kurabileceği en sahih irtibattır. Gerek Kur’ân’ın ayetleri, gerekse de Hz. Peygamber’in hadisleri ve uygulamaları, insanoğluna bu dünyada sürebileceği en güzel hayat biçimini öğütler.

Yapmakla mükellef olduğumuz namaz, oruç gibi ibadetlerin sadece Allah’a kulluk, hamd ve şükür yönü değil; insana erdem kazandıran yönü de vardır. Çünkü insan bu ibadetleri hayatının merkezine aldığında, zamanla onları sadece yapmakla kalmaz; yaşar hâle gelir. Namazın içinde ve dışında okunan öğüt dolu kelamlar, oruçla gelen dikkat ve arınma hali, bireyin yaşamının ayrılmaz bir parçası olur. Bu ibadetlerin doğası gereği insanı hep iyiliğe yönelttiğini göz önünde bulundurduğumuzda, “iyi hayat” yani erdemle yaşamak, zamanla gerçek anlamda bir alışkanlığa dönüşür. Gazâlî de bu noktada erdem kavramını, “iyi huyların kalpte yerleşmesi”, yani bir alışkanlık haline gelmesi olarak tarif eder.

Tasavvufun nefis tezkiyesi, kalbin saflaşması gibi ana hedefleri de, özü itibariyle, insana en iyi ve en doğru hayat tarzını kazandırma gayesinden başka bir şey değildir. Çünkü insan, sonsuz mutluluğa iyi olduğu kadar yaklaşabilir. Kalbinde yalnızca maddi hazların dolaştığı, Allah’a kavuşmak üzere yaratılmış olan kalbin yanlış hazlarla karardığı bir insanın, dünyada gerçek manada mutlu olması, içsel boşluk yaşamadan bir ömür sürmesi mümkün değildir. Doğru bir hayat sürmeyen fertlerden oluşan bir toplumun da doğru bir gelecek kurması beklenemez. Bu sebeple erdemli hayat, özelde her ferdin, genelde ise tüm toplumun hedefi olmalı; bu yolla hakiki ve sonsuz mutluluğa erişmek nihai gaye hâline gelmelidir. İbn Sînâ’nın da ifade ettiği gibi: “Gerçek mutluluğa ancak Zorunlu Varlık olan Cenâb-ı Hak ile irtibat kurularak ulaşılabilir.”

Sonuç olarak, erdemli bir hayat hem ferdi saadetin hem de toplumdaki istikrarın temel taşıdır. İnsanın yaratılış gayesi olan Allah'a ulaşmak diye de tarif edeceğimiz gerçek nihai mutluluk, yalnızca ibadetle değil, ahlaki bir bütünlük içinde yaşamakla mümkündür. Bu nedenle gerçek mutluluğa ulaşmak, ancak Allah ile kurulan sahici bir irtibatla ve erdemli bir hayat pratiğiyle mümkündür.

Kaynak: Hüdayi Şirinli, Altınoluk Dergisi, Sayı: 473