Borcunu Ödemeden Ölen Kişinin Durumu Ne Olur?

Fıkıh ve Günlük Hayat

Borcunu ödemeden ölen kişinin durumu ne olur? Ölen kişinin borcu varsa yakınları ödemek zorunda mıdır?

Müslüman, dâimâ ihsan şuuruyla, yani ilâhî kameraların altında bulunduğunun idrâki içinde yaşayan ve Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna borçlu olarak çıkmaya korkan insandır.

Şayet bir kimse, borcunu ödeyemeden ölmüşse, akrabaları o kimsenin vasiyetini yerine getirmeden ve mîrâsını taksim etmeden önce, evvelâ onun bütün borçlarını ödemeye çalışmalıdır. Zira hadîs-i şerîflerde borcu ödenmediği müddetçe şehîdin bile Cennet’e giremeyeceği bildirilmektedir.[1]

Yine bir hadîs-i şerîflerinde Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Mü’minin rûhu, ödeninceye kadar borcuna bağlı kalır.” (Tirmizî, Cenâiz, 74. Bkz. İbn-i Mâce, Sadakât, 12)

Yani bir nevî mahpustur, değerli makamına gidemez. Ayrıca kurtulacak mı yoksa helâk mı olacak, bu hususta hüküm verilmez. Bu sebeple endişe içinde bekleyişi devam eder.

PEYGAMBERİMİZİN CENAZE NAMAZINI KILMADIĞI KİMSELER

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- şöyle nakleder:

Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e, üzerinde borç bulunan bir cenâze getirildiği zaman:

«–Borcunu ödeyecek bir mal bıraktı mı?» diye sorarlardı.

Eğer borcunu ödemek için yeterli mal bıraktığı söylenir (veya Müslümanlardan biri borcu tamamen ödeyeceğine dâir kuvvetlice söz verirse[2]) namazını kılarlardı. Aksi takdirde Müslümanlara:

«–Arkadaşınızın namazını siz kılın!» buyururlardı.

Ancak zamanla Allah Teâlâ, Peygamber Efendimiz’in maddî imkânlarını genişletince, borcunu ödeyecek malı olmayan mü’minlerin de (borçlarını ödeyerek) namazını kıldılar.[3] Bundan sonra artık şöyle buyuruyorlardı:

“Ben her mü’mine, mutlakâ, dünya ve âhirette insanların en yakınıyımdır. Dilerseniz şu âyeti okuyun:

«O Peygamber, mü’minlere öz nefislerinden daha evlâdır/yakındır...»[4]

Hangi mü’min vefât eder de geride bir mal bırakırsa vârisleri onu alsınlar. Borç veya bakıma muhtaç birini bırakmışsa o da bana gelsin; ben onun mevlâsıyım (himâye ve yardım edicisiyim).”[5] (Buhârî, Tefsîr 33/1, Kefâlet 5, Ferâiz 4, 15, 25; Müslim, Ferâiz, 14)

KABİRDE HAPSEDİLEN KİMSELER

Sa‘d bin Atval -radıyallâhu anh- anlatıyor:

“Kardeşim vefât etmiş ve üç yüz dirhem mal ile bakıma muhtaç çoluk-çocuk bırakmıştı. Bıraktığı parayı ailesine harcamak istiyordum. Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–Kardeşin borcu sebebiyle hapsedilmiş durumda, borcunu ödeyiver!» buyurdular. Ben:

«–Yâ Resûlâllah! Ben onun borçlarını ödedim. Sadece bir kadının iddia edip delil getiremediği iki dinar kaldı.» dedim.

Resûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

«–O kadına iddia ettiği iki dinarı ver. Çünkü kadın hakîkati söylemektedir.» buyurdular.” (İbn-i Mâce, Sadakāt, 20)

Yine Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde kıyâmet gününe borçlu bir hâlde çıkılmaması hususunda mü’minleri şöyle îkaz buyurmuşlardır:

“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa, altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyâmet günü gelmeden önce o kimseyle helâlleşsin. Yoksa kendisinin sâlih amelleri varsa, yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir). Şayet iyilikleri yoksa, kendisine zulmettiği kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir.” (Buhârî, Mezâlim 10, Rikāk 48)

Dipnotlar:

[1] Bkz. Müslim, İmâre, 119, 120; Nesâî, Büyû, 98; Ahmed, V, 289.

[2] Tirmizî, Cenâiz, 69/1069; Nesâî, Cenâiz, 67.

[3] Buhârî, Nefekāt, 15; Müslim, Ferâiz, 14.

[4] el-Ahzâb, 6.

[5] Bundan dolayı, borcunu ödemek istediği hâlde mal bırakamayan kimsenin borcunu, devlet başkanının beytülmâlden/devlet hazinesinden ödemesi îcâb eder.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları