Birleşik Arap Emirlikleri (bae) Ne İstiyor?

GÜNDEM

Kapitalizmin İslam dünyasındaki model üssü: Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ne istiyor? Birleşik Arap Emirlikleri’nin yakınlaştığı-uzaklaştığı ülkeler ve amaçları...

Son yıllarda Arap ve İslam dünyasında hatta uluslararası siyaset arenasında yapıp ettikleri nedeniyle tartışılan ülke olarak adı ön plana çıkıyor...

Ülkedeki yabancılar hariç bir milyon nüfusa sahip, küresel kapitalizmin model üssünün, dünya siyasetinde nasıl bu denli etkili bir aktör haline geldiği sorgulanıyor.

ABD ve İsrail ile can ciğer kuzu sarması olan Körfezin bu küçük ülkesi neden Arap ve İslam dünyasının Müslümanlarıyla kavgalı bir ülke profili çiziyor?

Neden tüm dünyadaki “İslamcılarla” savaş halinde?

2019 yılını hoşgörü yılı ilan eden, bu çerçevede Katoliklerin dini lideri Vatikan Devlet Başkanı Papa Franciscus’u krallar gibi karşılayan, hatta onun önünde el pençe divan duran, dünyaya hoşgörü mesajları veren bu ülkenin yöneticileri neden bu hoşgörüyü Müslümanlardan esirgiyor?

İslam dünyasının sancılı ülkelerinde neden her taşın altından bu ülke çıkıyor?

İsrail ile yakınlaşırken neden, Türkiye’yi, Katar’ı ve İran’ı en büyük tehdit olarak görüyor? Neden bütün gücüyle bu ülkeleri şeytanlaştırıyor?

Neye oynuyor? Hedefi ne? Bu hedef doğrultusunda ne gibi enstrümanları kullanıyor?

Bölgedeki müttefikleriyle birleştikleri ve ayrıştıkları noktalar neler?

Evet, Körfezin küçük ülkesi Birleşik Arap Emirlikleri’nden bahsediyoruz.

Yukarıdaki sıraladığımız sorular eşliğinde Körfez’in tartışılan ülkesi BAE’ye biraz daha yakından bakmak istedik.

AŞİRET DEVLETİNDEN EMİRLİĞE

Arap Yarımadası’nın doğusundaki BAE, doğuda Umman, güneyde ve batısında Suudi Arabistan’la komşu. Ülkenin batıda Katar’la kuzeyde ise İran’la deniz sınırı var.

Bağımsızlık öncesi Aşiretler Dev-leti olarak tanımlanıyordu. 1971 yılında İngilizlerin Basra Körfezi’nden çekilmesiyle birlikte “Birleşik Arap Emirlikleri” adı altında yedi emirlikten oluşan bir federasyon halini aldı. Bu emirlikler Abu Dabi, Dubai, Acmen, Fuceyra, Re’sü El Hayme, Eş-Şarika ve Ummu El-Gayevin.

Emirliklerin her biri kendi emirleri tarafından yönetilirken, federasyon bu emirler arasından seçilen bir devlet başkanının idaresinde yönetilmeye başlandı.

BAE’de siyasi parti yok. BAE Devlet Başkanı, yasama ve yürütme yetkisine sahip. Devlet yönetimi, aynı zamanda Abu Dabi Emiri olan Şeyh Halife bin Zayid el Nahyan ve ailesinin elinde bulunuyor.

Dünyanın petrol rezervi bakımından en zengin altıncı ülkesi. Zenginliğin bedeli ise alınan büyük göç. 9 milyon nüfusuyla BAE dinȋ ve etnik çeşitliliği bünyesinden barından bir ülke. 1 milyon dolayındaki Birleşik Arap Emirlikleri vatandaşları kendi ülkelerinde azınlık durumunda. Ülkede farklı Ortadoğu ülkelerinden gelen Araplar ise %23’lük bir orana sahipler. Geri kalan %55’lık oranının büyük bölümünü Hindistan ve Pakistan olmak üzere Asyalılar oluşturuyor.

PETROL-DOLARLA YÜRÜTÜLEN SİYASİ MÜHENDİSLİK

Dünyanın en büyük 6. petrol ve doğal gaz rezervine sahip BAE yöneticileri enerjiden elde ettikleri bu zenginliği sadece ülkelerinin modernizasyonu için kullanmakla yetinmediler. Petro-dolarları bölge siyasetini etkilemede de kullandılar, kullanıyorlar. Özellikle Ortadoğu’da dengeleri değiştiren Arap Baharı sonrası ortaya çıkan konjonktürü, yani diktatörlerin devrildiği, “İslamcıların” siyaset sahnesinde söz sahibi olmaya başladığı süreci son derece “tehlikeli süreç” olarak gördüler. Bölgedeki müttefikleri ile birlikte, demokratikleşme talebiyle yapılan devrimlere mani olan karşı devrimin en önemli aktörü ve finansörü oldu BAE yöneticileri. Bu süreci bertaraf edebilmek için son derece saldırgan bir politika izledi ve bu politikasını küreselleştirdi.

Mısır tarihinin seçilmiş ilk cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin devrilmesinde Suudi Arabistan ile başat rol oynayan BAE, yine darbe lideri Abdulfettah Sisi’yi ayakta tutan en önemli finansörlerden biri oldu. Darbe sonrasından bugüne Abdulfettah Sisi’ye 25 milyar dolar aktardı.

Libya’dan Yemen’e, Tunus’tan, Fas’a, Somali’den Moritanya’ya siyasi mühendislik faaliyetlerini tüm Ortadoğu coğrafyasında “İslamcıları” iktidardan uzak tutmak için devreye soktu. Bu yolda sert-yumuşak, sahip olduğu tüm gücünü ve enstrümanları kullandı. Yürüttüğü algı operasyonlarında medyayı, uluslararası lobileri ve özellikle de ne yazık ki İslam dünyasının en kullanışlı aktörü haline gelen kimi din adamlarını, dini otoriteleri kullandı ve hâlâ kullanıyor.

Bölge halklarının demokratikleşme sürecinin destekleyici olarak gördüğü, bölgenin mazlumlarına kucak açan Türkiye ve Katar’a açıktan cephe aldı. Türkiye’deki darbe girişimin arkasında finansör ülke olarak adı ön plana çıktı. Suriye’nin kuzeyinde PYD/PKK ile ilişkisini sürekli ileri bir aşamaya taşıdı. Suriye’nin kuzeyinde PKK/PYD terör örgütünün finansını sağlayan iki Körfez ülkesinden biri oldu. Türkiye’nin bölgede kurmaya çalıştığı “güvenli bölge” projesine en çok itiraz eden yine BAE yönetimi oldu.

SÜNNİ TÜRKİYE’NİN SÜNNİ ARAP COĞRAFYASINDAKİ ETKİSİ VE KORKULAR

Kurdukları düzenin yıkılmasından endişe eden bölgenin tüm otoriter rejimleri gibi BAE yöneticileri yeni bir Arap Baharı’nın yaşanabileceği endişesini hâlâ yaşıyor. Ortadoğu coğrafyasında başlayacak bir değişimin domino etkisi yapmasından kaygılılar. Bu kaygıları sebebiyle birinci öncelikli tehdit olarak gördükleri çevreleri yani “İslamcıları” şeytanlaştırmada hat-hudut tanımıyorlar.

Ortadoğu’nun bugün içinde bulunduğu sancılı durumun müsebbibi olarak İhvan’ı yani Müslüman Kardeşleri’n olduğu algısını köpürtüyorlar. Bunun propagandasını yapıyorlar. Onları öylesine şeytanlaştırmış durumdalar ki John Jenkins adlı eski İngiliz Diplomat, BAE veliaht prensi Muhammed Bin Zayed için şunları söylüyor: “Dünyada en fazla Müslüman Kardeşler’den nefret eden kişi, Birleşik Arap Emirlikleri’nin veliahdı Muhammed Bin Zayed olmalıdır.”

Paranoya seviyesine varan tehdit algılarında “siyasal İslam tehdidi” onlar açısından artık “İran tehdidi”nin de önüne geçmiş durumda. İhvan’ı daha yakın tehdit olarak tanımlıyorlar. Çünkü “içerideki düşman” olarak görüyorlar İhvan’ı ve islamȋ tandanslı tüm siyasi oluşumları, partileri…

Bu noktada da Sünni Türkiye’nin, Sünni Arap coğrafyasındaki halklar nezdindeki etki ve tesirinin daha güçlü olacağı kaygısıyla, Arap dünyasına yönelik “Türkiye tehdidini”, “İran tehdidinin” önüne geçirenler dahi var.

İşte, son dönemde BAE yöneticilerinin Türkiye’ye yönelik hasmane politika ve söylemlerinin arkasında bu kaygının etkisi büyük.

Tabi, bu arada artık birçok Körfez ülkesi için İsrail’in düşman değil, ortak düşmanlara karşı işbirliği yaptıkları, dost bir ülke haline geldiğini bilmem hatırlatmaya gerek var mı?

“RADİKAL İSLAM”A KARŞI “ILIMLI İSLAM” VE KULLANILAN DİNİ OTORİTE

Karşı devrim ekseninin üyeleri, BAE, S. Arabistan, Bahreyn ve Mısır, şeytanlaştırdıkları “İslamcılarla” ve “radikal İslam”la mücadelede, “Ilımlı İslam” söylemini şu sıralar daha bir ön plana çıkartıyorlar. Bu noktada da yönetimlerine biat etmiş din adamlarını ve dini otoriteleri daha bir yoğun kullanıyorlar.

BAE yönetimi, “radikal İslamcı-lara” karşı kendi yönetimlerimi tezkiye etmesi için Ali Cuma ve Ahmet Tayyip gibi El-Ezher’in yeni ve eski şeyhleri ve genel anlamda da Mısır ulemasını kullanmayı tercih etmesi dikkat çekiyor. Özellikle Batı dünyasının “Radikal İslamcıların” esin kaynağı olarak gördüğü Vahhabi çizginin ulemasıyla aralarına mesafe koydukları mesajını veriyorlar Batılı çevrelere.

Yine bu noktada Katoliklerin ruhani lideri Papa Francesco’nun Birleşik Arap Emirlikleri’ni ziyareti sırasında ve dinler arası kardeşlik mesajlı “İnsanların Kardeşliği Belgesi”nin imza töreninde Orta-doğu’nun pek çok ülkesinden din adamı bulunurken, Suudlu din adamlarının bu törende yer almaması dikkat çekiciydi.

Bu noktada dikkat çeken bir başka husus, BAE’nin kendi yönetimlerini tezkiye etmeleri için kullandıkları dini gruplar arasında kimi tasavvufi akımların önde gelen isimlerin daha bir ön plana çıkıyor olmaları. Tıpkı bir dönem Amerika’nın “radikal İslamla” mücadelede Hişam Kabbani gibi sufi kimlikleriyle bilinen kimi isimleri kullandığı gibi BAE yönetimi de tasavvufi akımların önde gelen isimlerini kullanmayı tercih ediyor. Yemen asıllı Ali Cefri, Şeyh Abdullah bin Beyye ve onun mühtedi talebesi Amerikalı Hamza Yusuf, BAE’nin bu stratejisinde kullanılan isimler olarak zikrediliyor. BAE yönetimi savaş açtığı “siyasal İslam’ın” karşısına, kimi tasavvufi akımların önde gelen isimlerini çıkartırken kendi tarzına uymayan tasavvufi akımlara ve sufilere ise elbette göz açtırmıyor.

Gerek BAE yönetimine biat eden ve onları tezkiye eden kimi sufi din adamları, gerekse Suudi Arabistan yönetimini meşrulaştıran vahhabi-selefi çizgideki din adamları, her ikisi de birbirini dışlayan dini bir yaklaşımı savunmalarına rağmen bir konuda ittifak halindeler; “Ulu-l emre itaat”.

Rejim uleması yakıştırmalarına da muhatap olan her iki dini grubun kimi din adamlarının dedikleri şu; “Zalim de, fasık ta olsalar yöneticilere, devlet başkanlarına itaat etmek İslam’ın emridir.”

Son sözü BAE veliaht prensi Muhammed bin Zayed’e bırakalım. Diyor ki veliaht prens Wikileaks belgelerine yansıyan ifadelerinde: “Şayet Birleşik Arap Emirlikleri vatandaşları neler yaptıklarımı bilselerdi beni taşlarlardı.”

Öyle anlaşılıyor ki BAE veliaht prensi Muhammed bin Zayed’in şimdiye kadar neler yapıp ettiğini, bütün dünya görüp dillendirse de onu tezkiye eden kimi din adamları görmüyor, işitmiyor, bilmiyorlar herhalde!!!

Kaynak: Dünya Gündemi, Altınoluk Dergisi, Sayı: 397