Bir Tam Adam Nasıl Olunur?
Zamanın kıymetini bilen, Rabbiyle, kullarla ve kendi nefsiyle dengesini kurmuş bir insan nasıl yetişir? Resûlullah’ın (s.a.v.) veciz nasihatiyle başlayıp İmâm-ı Azam'ın örnek hayatında vücut bulan tam adamlık sırları…
Ebû Eyyüb El-Ensari radıyallahu anh’ın aktardığına göre birisi gelip Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’e: “Ey Allah’ın Elçisi! Bana faydalı olanı öz ve kısa şekilde öğret” dedi. Rasûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurdular: “Namazına durduğun zaman veda edenin namazı gibi namaz kıl. Özür dilemeni gerektiren bir sözü konuşma ve insanların ellerindeki (dünyalık) şeylerden ümidini kesmeye azimli ve kararlı ol.” (İbn Mace, Zühd, 15)
TAM ADAM OLMANIN YOLLARI
Bu veciz hadis tam adamlığın üç boyutunu anlatır. Birinci boyut Rabbimiz ile ilişkimizdir. Namaz en büyük vecibedir. Her namaz son namaz gibi kılınırsa dini Allah’a has kılarak yaşamak kolaylaşır. Zira dinin özü tevhid, tevhidin özü ihlastır. Son namazına kalktığını bilen birisinin nereye doğru yöneldiğinin farkında olmaması mümkün değildir. Son namazına kalktığını bilen, artık kalbinde Allah’tan başka birisine yer vermeyecek derecede içten bir yönelişe muvaffak olmuştur.
İkinci boyut insanlarla ilişkimizdir. Muhataplarımızla özür dilememizi gerektirecek bir söz söylememek için evvel emirde davranışlarımızın farkında olmak, kimseye yanlış yapmamak ve dilimizi terbiye etmemiz gerekir. Diline sahip olan ilişkilerini güzelleştirir. Tatlı ve güzel dil yılanı deliğinden çıkarır. Sert ve kaba dil ilişkilerin zehridir. Özür dilemeyecek söz söyleyebilmek her hâl ve kârda yumuşaklık ve teenni ile hareket etmeyi gerektirir ki bunlar da insani ilişkilerimizi güzelleştiren, Rabbimizin de sevdiği en önemli iki haslettir.
Üçüncü boyut kendimizle ilişkimizdir. İnsanın en büyük zenginliği kalbinin zenginliği, onun da göstergesi istiğnasıdır. Allah’tan başka kimseye muhtaç olmadığını bilmek anlamında istiğna kalbin sanatıdır, kolayca ele geçmez. Dünya caziptir, insanlar varlıkları ile övünme yarışındadır. Her ikisinden imtina ederek kalbinin hayatı ile mutmain yaşamak ancak Allah’ın kalbine zenginlik verdiklerinin harcıdır. Böyleleri ne dünya metaına ne de insanların elindekine tamah eder, bir itminan ikliminde huzurla yaşarlar. İnsanın kalbinin zengin olması kendi ile sağlıklı ilişkisinin zirvesidir.
Kâmil ya da tam adam; Rabbi, insanlar ve kendisi ile arasını düzeltmiş, hepsini memnun ve razı etmeyi başarmış insandır. Allah’ın razı olması amelin şer-i şerife muvafakatini gösterir. İnsanları memnun etmek onların hayır ve faydasına çalışmanın, kendisini razı etmek ise kalbin zenginliği ve samimiyeti ile içi dışı bir hayat yaşamanın delilidir. Üç tarafı aynı anda memnun edecek amele ahsen (en güzel) amel diyoruz. Allah bizi bu dünyaya çok amel işleyelim diye değil, ahsen amel işleyelim diye göndermiştir.
Modern çağ yarım adamların çağıdır. Sadece dünyevi başarı ve kariyer endeksli eğitim sistemleri, parçalanmış bilgi alanlarında uzmanlaştırdığı adamlara bir kemâlât veremiyor. Herkesi alanında derinleştiriyor, belki eğri bir usul ve eksik bir ölçü sahibi kılıyor ama ortaya çıkan adam tam adam olmuyor. Allahsız bir isyan düzeninin yarım adamları ne sadra şifa amellere ne insanların hayır ve faydasına ne de kendi içlerini bahara salacak işlere muvaffak olamıyorlar. Yüz tane yarım adam bir tek tam adam etmiyor.
Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’in üç kısa cümle ile ifade ettiği tam adam resmini ancak müşahhas örneklerle anlayabiliriz. Bize modern çağın zehirli ikliminde Allah, insanlar ve kendisi ile irtibatını sahih ve kavi tutan tam adam örnekleri lazım. İslam tarihi böyle örnekliklerin geçit resmidir, zira insanı tam adamlığa eriştiren ufuk ancak İslam’la erişilen bir ufuktur. O ufkun yücesinde Allah Rasûlü Efendimizin ahlâk-ı hamidesi yer alır. Tamlığın ölçüsü bu ahlâktan ne kadar nasip alındığına bakarak bilinir.
Tam adamlar her çağın ihtiyacıdır. Biz de bugün onları gündüz vakti elinde fenerle dolaşan adamın hasreti ile arıyoruz. Ne aradığımızı ancak bulduğumuzda bileceğiz. Fakat hasretimizi depreştiren bir takım çizgiler var. Onları yukarıdaki veciz hadis üç boyutuyla zaten ortaya koyuyor. Bize bu üç boyutu kendisine verilen sırr-ı tefrid ile benzersiz bir kıvama getiren örnekler lazım. O örnekler hem hayatın içinde olmalı, hem ötesine bakmalı, hem de onu aşmayı başarmalıdır. Hem zamanının içinde olmak hem de zamanını aşmak ne kadar zor bir iştir. Ama şükür ki medeniyetimiz bunu başarabilenlerle doludur.
Tam Adamın İzinde: İmam Ebû Hanîfe Modeli
Tam adam tarifinin üzerine en çok yakıştığı isimlerden bir tanesi İmâm-ı Azam Ebû Hanife’dir. Asıl ismi Numan’dır. Bir rivayetle tabiinden, ekser rivayetle tabiinden sonra gelenlerdendir. Kûfe’de İbn-i Mesud radıyallahu anh’ın kurduğu ilim halkasının vârisidir. Yanında taşıdığı ve ihtiyaç anında not almasını sağlayacak bir divit ya da hokkadan dolayı “Ebû Hanife” künyesi ile bilindiği söylenmiştir. Künyeye ilişkin bir diğer rivayette de haktan ve istikametten ayrılmayan anlamında hanîfliğin merkezi oluşuna atıf vardır.
Zekâsı, muhakeme gücü ve tartışma adabı O’nu çağdaşı olan büyük âlimlerin bile hayranlıkla andığı bir şahsiyet kılmıştır. İmam Malik'in, “delillerle ağaç direğini altına çevirecek adam” şeklindeki ifadesi, Ebû Hanife'nin sadece bilgili değil, ikna kabiliyeti yüksek bir insan olduğunu gösterir. Ama bu özellik dürüst tüccarlığı ve muamelesi ile takva üzere yaşadığı hayatın gölgesindedir. Çağdaşı bir hadisçinin yeminle söylediği şu söz örnekliğinin tam delilidir: “Biri ona üç gün sonra kesinlikle öleceğini söylese, yapmakta olduğu ameline bu haber üzerine ekleyeceği üstün bir şey olmazdı.”
İmâm-ı Azam sadece bir fakih değil, aynı zamanda “tam adam” dediğimiz ideal tipin somutlaşmış halidir. Onun hayatı, ilim, ticaret, ahlak, eğitim ve sosyal sorumluluk gibi pek çok alanda mükemmel bir denge kurmuş olmasıyla modern çağa çok şeyler anlatan bir örnek insan modelidir. O hem öğrenci yetiştiren bir ilim adamı, hem kendi imkânlarıyla geçinen bir tüccar, hem adalet ve hakikat arayışını hiç bırakmamış bir mücahiddi. Gerek Emeviler gerekse Abbasiler döneminde kendisine teklif edilen devlet görevlerine hep mesafeli durmuştu.
İmâm-ı Azam Hazretlerini bugün için kıymetli kılan, şahsiyetinin fârik vasıflarının tam adamlığa niyet edenler için net, pratik ve duru çözümler önermesidir. O her şeyden evvel ekonomik bağımsızlığa sahip bir ilim adamıydı. Tüccardı ama ticaretini hiçbir zaman asli meşgalesi yapmamış, aksine esas meşgalesi olan ilim tedris ve tahsiline vesile kılmıştı. Ne devletten ne de öğrencilerinden ücret talep etmemiş; aksine öğrencilerine maddi yardımlar yaparak onları geçim derdinden uzak tutmaya gayret etmişti.
Kendi kazancından sadece öğrencilerine değil, Bağdat'taki ilim erbabına da pay ayıran büyük İmam, “kendi geçimini sağlayan, kimseye muhtaç olmayan, öğrencisine destek çıkan” bir âlim modeli ortaya koymuştur. Her yıl biriktirdiği parayla öğrenci okutan, halka sahibi ulemanın ihtiyaçlarını karşılar, bunu yaparken “bu benim malım değil, Allah'ın size benim elimle ulaştırdığı bir lütfudur” diyerek hakiki bir tevazu örneği sergilerdi. Bu tutumu, sadece ahlâkî bir duruş değil, aynı zamanda ilim talebelerinin hür iradesini ve zihni özgürlüğünü teminat altına alma çabasıydı.
Ebû Hanife Hazretleri yüzlerce öğrenci yetiştirmiş; bu öğrencilerden kırk tanesi ictihad edecek seviyeye ulaşmıştır. Onun ilmindeki derinlik, usulündeki tutarlılık ve hayatındaki istikamet, Hanefi mezhebinin tesirinin temelini atmıştır. Öğrencilerini hastalandıklarında ziyaret eder, başlarına gelen sıkıntılardan dolayı üzülür ve elinden gelen her türlü yardımı seve seve yapardı. Müstait gördüklerine özel alâka gösterir, yavrularına haris bir anne gibi onların maddî ve mânevî gelişimlerini takip ederdi. Helali ve haramı öğrenen bir öğrencisine, “en büyük zenginliğe ulaştın” demesi, öğrencilerinde ne tür bir inkişaf görmek istediğine dair güzel bir örnektir.
Fıkıh anlayışı da İmam’ın “tam insan” perspektifinin bir yansımasıdır. Fıkhı, “kişinin lehine ve aleyhine olanı bilmesi” olarak tarif ederek insanı hayata hazırlayan bir bilinç ve sorumluluk alanına dönüştürmüştür. İstihsan metoduyla bu alanı katı kalıpların ötesine taşımış, maslahat, kolaylaştırma ve adalet gibi temel ilkelerle yorumlayarak hayatın ruhunu, katı mantığa karşı hikmeti, ezberlere karşı sezgiyi ve hakkaniyeti öne çıkarmıştır. Bugün en çok ihtiyacını hissettiğimiz “tam adam” modelinin fıkıhtaki izdüşümü hayata sadece kurallar gözüyle değil, adaletin ve zarafetin terazisiyle bakabilen işte bu akıldır.
Bugün tam insan arayışında olanlar, İmam Ebû Hanife'nin sadece fikirlerine değil, Allah, insanlar ve kendisi ile kurduğu irtibata ve hayat tarzına bakmalıdır. Ekonomik özgürlük, ilmi hürriyet ve hakikat aşkı ile insanlara faydayı merkeze almış bir hayat sürmek ve bu hayatı ne pahasına olursa olsun makam ya da rütbeye değişmemek Ebû Hanife gibi “tam” olmanın ipuçlarıdır. Onun mirası, fıkıh kitaplarının satırlarından çok istiğnası ve istihsanındadır. Bize heyecanını aşkın bir gayeye bağlayan, en az dünyacılar kadar dünyaya vâkıf ama dünyaya eyvallah etmeyip esas himmeti olan ahirete yönelmiş İmâm-ı Azam gibi tam adamlar lazım. Derdi içimize düştüyse ufukta emaresi de belirmiştir.
Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 473