Bir Peygamberin Tâkatini Eriten Tecellî

Allah`a İman

Muhabbet ve onun zıddı olan buğz duyguları, Allâh için olmaz ise, yâni buğz edilmesi gerekene muhabbet beslenir, muhabbet duyulması gerekene de buğz edilirse, bu mânevî bakımdan bir felâket olur.

Muhabbeti lâyıkına, husûmeti müstahakkına yöneltmek şarttır. Sâlihlere muhabbet, saâdete nâil eylerken, bunun zıddına, yâni gâfillere muhabbet ise, felâket getirir. Bu sebeple ebedî huzur ve saâdet için muhabbetimizi makbul ve kıymetli bir zeminde kullanmamız ve bunun için de gönlümüzü bu yönde terbiye etmemiz şarttır.

DAĞI PARAMPARÇA EDEN HADİSE

Ancak muhabbetin birdenbire Cenâb-ı Hakk’a yöneltilmesinde insan için bazı tehlikeler mevcuttur. Kalb, bir an gelir yüksek voltaja tutulmuşçasına yanmaya başlar; insan meczuplaşır. Bu ise, beşerî hayâtı ve onun îcaplarını alt-üst eder. Hazret-i Mûsâ’daki tecellî, bu hâle güzel bir misaldir:

Mûsâ -aleyhisselâm-, Tûr-i Sînâ’da Cenâb-ı Hakk’ın ezelî “kelâm” sıfatına muhâtab oldu. Rabbiyle beşer idrâkinin ötesinde harfsiz, kelimesiz, değişik bir hâl ile konuşmanın mânevî câzibesi içinde büyük bir aşk ve muhabbetle kendini kaybetti. Israrla Cenâb-ı Hakk’ı görmek istedi. Ancak “len-terânî” (Beni göremezsin!) hitâbına muhâtab oldu. Buna rağmen ısrar edince, Cenâb-ı Hak, hicaplar arkasından dağa nazar edeceğini bildirdi. Dağ, Rab’den gelen zerre kabîlinden bir nûr tecellîsi karşısında infilâk edip darmadağın oldu. Bu müthiş hâl karşısında Mûsâ -aleyhisselâm- bayıldı ve istiğfâr etti.

Bir peygamberin bile tâkatini eriten bu büyük ve ânî tecellî de gösteriyor ki, muhabbette kademe kademe ilerlemek zarûrîdir.

AŞKIN “HÜSN-İ MUTLAK” HALİ

Bu meyanda ana, baba, zevc, zevce ve evlât sevgileri ile, sahip olunan maddî-mânevî nîmetlerine duyulan bütün sevgiler, Hakk’a muhabbet yolunda bir vâsıta telâkkî edilmelidir. Gönül, bu beşerî muhabbetlerle olgunlaşarak ilâhî muhabbete hazırlanmalıdır. Fakat kalbi, bu merhalelerde takılıp kalmaktan korumak gerekir. Çünkü “Hüsn-i Mutlak”a âşık olanlar, gölge varlıkların, aynadaki sûretlerin, fânî ve izâfî varlıkların muhabbetinde takılıp kalmazlar.

Hazret-i Mevlânâ, ne güzel buyurur:

“Dünyâya gönül verenler, tıpkı gölge avlayan avcıya benzerler. Gölge nasıl onların malı olabilir? Nitekim budalanın biri, kuşun gölgesini sımsıkı yakalamak istedi. Ama dalın üzerindeki kuş bile buna şaştı kaldı.”

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, 40 Soru 40 Cevap, Erkam Yayınları, 2011