Bir Hücreden Büyük Dirilişe

İLİM

Bizleri ilk başta, örneksiz ve tek bir hücremiz bile yokken var eden Allâh’ın gücü, biz ölüp gittikten, çürüyüp toz olduktan sonra da yaratmaya yeter. Gâfil insan ise hem dirilişi inkâr ediyor, hem de Allâh’ın yaratmasını...

Öldükten sonra diriliş hâdisesi, her dönemde insanların muhayyilesini zorlamış, âhiretin varlığı ve hesaba çekilme mevzuu, inkârcıların keyfini kaçırmıştır. Hattâ İslâm’ın ilk yıllarında dirilişi, âhireti, hesâbı haber veren âyet-i kerîmeler nâzil olduğunda, bu işe Mekkeli müşriklerin canı sıkılmış ve Kur’ân’ın bize bildirdiğine göre, buna “Büyük haber” demişlerdi:

“Birbirlerine neyi soruyorlar? (İnanıp inanmamakta) ayrılığa düştükleri büyük haberi mi?” (en-Nebe’, 1-2)

Zira âhiretsiz bir dünya hayatı anlayışı, onlara sınırsız bir “hürriyet” sağlıyor, kimseye hesap vermeden istedikleri zulmü ve ahlâksızlığı rahatça gerçekleştirebiliyorlardı.

“Çürüyüp toz-toprak olduktan sonra mı tekrar ilk hâlimize döndürüleceğiz?” hezeyanlarıyla dirilişi muhal görüyorlardı.

“«Öldükten sonra biz, (dünyadaki) ilk hâlimize mi döndürüleceğiz?! (Hem de) çürümüş kemikler olduktan sonra mı?» derler.” (en-Nâziât, 10-11)

Rabbimiz de onların bu birbirini tutmayan görüş ve düşüncelerine şöyle cevap vermiştir:

“İnsan görmez mi ki, Biz onu meniden yarattık. Bir de bakıyorsun ki, apaçık düşman kesilmiş. Kendi yaratılışını unutarak bize misal getirmeye kalkışıyor ve «Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?» diyor. De ki: «Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek.» Çünkü O her türlü yaratmayı gayet iyi bilir.” (Yâsîn, 77-79)

HÜCRENİN İÇİNDEKİ BİLGİ

Bizleri ilk başta, örneksiz ve tek bir hücremiz bile yokken var eden Allâh’ın gücü, biz ölüp gittikten, çürüyüp toz olduktan sonra da yaratmaya yeter. Gâfil insan ise hem dirilişi inkâr ediyor, hem de Allâh’ın yaratmasını... Hem de:

“-Bir hücrenin içindeki bilgiyi tamamıyla okuduğumuz gün, bir hücreden insanı biz yaratacağız!..” diyor.

Hamâkate bakın ki, körlüğünden, ahmaklığından, âcizliğinden dahî haberi yok da kendini görür, bilir, her şeye gücü yeter sanıyor.

Dirilişimiz, ilâhî huzurda toplanışımız ve âzâlarımızın bir insan gibi konuşması… Gerçekten dehşet verici, fakat imkânsız değil… Çünkü her bir hücrede bir diğerinin bilgisi var. Tek bir hücre, bir insanın bilgisini taşıyor. Bizi ilk başta hiçbir hücremiz yokken; yoktan yaratan Allah, bütün organlarımız, dokularımız parçalanıp toz olmuşken, toprağa karışmışken; belirli bir günün muayyen bir vaktinde bizi oradan çıkaracak ve yeniden yaratacaktır. Âzâlarımızın bize düşman kesilip, her birinin aleyhimize şahitlik yapacağı o gün gelmeden; onları yaratılış gayesine uygun kullanmak îcâb eder.

Rabbimizin mükerrer âyet-i kerîmelerle:

“O gün (hakikatleri) yalan sayanların vay hâline!” (Bkz: el-Mürselat, 15, 19 vd.) buyurarak ikaz ettiği, mücrimlerin:

“…Vay hâlimize! Bu nasıl kitapmış, küçük-büyük hiçbir şey bırakmaksızın yaptıklarımızın hepsini sayıp dökmüş!..” (el-Kehf, 49) diyerek kaçacak delik aradığı, inkârcının:

“Eyvah bana, keşke toprak olsaydım!” (en-Nebe’, 40) diyerek feryat edeceği “yevmü’l-fasl: ayrım günü” (el-Mürselât, 13) gelmeden; Rabbimiz, en yüce ve en mutlak hakikati gönül gözüyle görebilmeyi, gereğince amel edebilmeyi cümlemize nasîb eylesin.

İnsanın sadece ana-babasından, evlâdından, kardeş ve arkadaşından değil, kendisinden bile kaçmak isteyeceği; ancak, kaçış değil; ilâhî huzurda dünya hayatında yaptıklarımızın ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızın hesabını verme günü olan, “o dehşetli gün” gelmeden bizleri gafletten uyandırsın! Merhametiyle bağışlayıp, meccânen affetsin. Âmin!

Kaynak: Dr. Betül Nefise İnal, Şebnem Dergisi, 135. Sayı, Mayıs 2016