Hakiki Mânâda Bilenler Kimlerdir?

İLİM

Mâneviyattan mahrum şekilde tek taraflı verilen bir eğitim, noksandır. Eğitimde madde ve mânâ dengesi şarttır. Aksi hâlde insan, tek kanatla uçmaya çalışan bir kuş gibi, aç bir kedinin lokması oluverir.

Bütün ilimler, Allah Teâlâ’nın varlıklara ve hâdiselere koyduğu kânunların keşfinden ibârettir. İlimlerin ilerlemesi de bu keşiflerin artırılması ile mümkündür. Lâkin bu tabiî kânunları tespit edip orada takılı kalmak, hakîkî mânâda “bilmek” değildir.

BİLMEK NEDİR?

Bilmek, eserden müessire, sanattan sanatkâra, ulaşarak kâinatta hüküm süren bu kânunların sahibini tanımaktır. O’nun kudret ve azametini idrak edebilmektir. Bunun neticesi de, O’nun rızâsını kazanmak için gayret etmektir.

Bilmek, ilâhî ihtişam ve kudret nakışlarına âşinâ olup varlıkların hâl lisânından anlamaktır. Hikmete âşinâ olarak, kâinatta sergilenen ilâhî sırları çözebilmektir.

Bilmek, ihtiyaca cevap vereni bulmaktır. En mühim ihtiyaç ise, âyet-i kerîmede bildirildiği üzere “Müslüman olarak can verebilmek”tir. [1]

İşte ilmi bu gâye ile tahsil eden, yani onu “irfan” hâline dönüştürebilen kişi, hakikî mânâsıyla “bilen”lerden olur.

Yûnus Emre Hazretleri’nin bu husustaki ifâdeleri, ayrı bir sır ve hikmet taşır:

İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir,

Sen kendini bilmezsin, bu nice okumaktır?

Okumaktan mânâ ne, kişi Hakk’ı bilmektir,

Çün okudun bilmezsin, ha bir kuru emektir!

Yigirmi dokuz hece, okursun uçtan uca,

Sen elif dersin hoca, mânâsı ne demektir?

Zâhirî ve maddî bilgiler, insan için yeterli değildir. Onlar hakikî ilme ancak bir vâsıta olabilir. Gerçek ve faydalı bir ilim, maddî ilimlerle mânevî ilimleri birleştirmek sûretiyle tahsîl edilebilir. İlmin bu iki yönü, iki kanat gibidir. Siz hiç tek kanat ile uçan bir kuş gördünüz mü?..

İLİM İNSANI KÖTÜ YOLLARA SEVK EDER Mİ?

Hakikî ilmi elde etmek bir yana, bir de bilgilerini süflî ihtiraslarına âlet ederek insanlara zulmedenler vardır. Bunlar, hakîkatte ilme ihânet etmiş olurlar. Bu sebeple ilmin fayda vermesi için, nefsânî zaafların bertarâf edilmesi, akıl ve irâdenin Kur’ân ve Sünnet’e tâbî kılınması zarûrîdir. Mânevî terbiyeden mahrum bir şekilde tahsil edilen ilim, kişiyi menfî yollara sürükleyerek bir aldanış vesîlesi hâline dönüşebilir.

Ne yazık ki bugün ilim tahsilinde kişinin daha çok zihnî kâbiliyetlerine bakılmaktadır. Ahlâk, karakter ve şahsiyetine yeterince dikkat edilmemektedir. Hâlbuki ilmin lâyıkıyla taşınabilmesi, bu kalbî fazîletlere bağlıdır. İlmini irfan hâline getirememiş bir kim­se, faraza hu­kuk tah­si­li gör­dük­ten son­ra, hak ve adâ­let tev­zî ede­ce­ği yer­de zâlim bir cellât kesilebilir. Kezâ tıp tah­si­li yap­mış bir kim­se de, şi­fâ da­ğı­ta­ca­ğı yer­de bir in­san ka­sa­bı hâline gelebilir. Mer­ha­met ve mu­hab­bet­ten mah­rum bir idâ­re­ci ise bilgisiyle em­ri al­tın­da­ki­le­re zulmeden bir gaddar oluverir. Böy­le kim­se­ler, bir câ­hi­lin ya­pa­ma­ya­ca­ğı za­ra­rı, ilim sâ­ye­sin­de kat kat fazlasıyla yapabi­lir­ler.

Velhâsıl ilim, insanın hem gönül dünyasını hem de ölümünden sonrasını aydınlatan bir sermâye olmalıdır.

Dipnot: [1] Bkz. Âl-i İmrân, 102.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hakka Adanmış Gençlik, Genç.