Bana Ne?

EZCÜMLE

Eğrilikler sana dert, sana kasavet olsun. Dertlen ki payın nusret, âhirin cennet olsun.

Vaktiyle biri burnunu dikmiş, “Her koyun kendi bacağından asılır, bana ne!” demiş. Bunu gören diğeri koyununu kesip bacağından asmış. Aradan birkaç gün geçince, asılı koyun pis pis kokmaya başlamış. Zamanla bu pis koku etrafa yayılmış. İşte o vakit, burnunu diken o bencile de cümle âleme de dert olmuş.

Yine vaktiyle biri, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” demiş. Bunu duyan diğeri “Unutma ki bugün zararı dokunmayan yılanın, yaşadığı sürece her an sana, çocuğuna, torununa zarar verme ihtimali vardır ve yarın, hiç ummadığın bir anda kapından içeri sokulabilir. Bin yaşasın dediğin şu sinsi, hiç beklemediğin bir zamanda bütün zehriyle hayatına sinebilir.”

Hâsılı şu âlemde, bizi mağdur etmedi diye bigâne kalabileceğimiz tek bir eğrilik ve kötülük yoktur. Buna rağmen insanoğlunun, kendisine zarar veren unsurlar karşısında bile yeterince cesur olamadığını görürüz.

Rızık Allah’tandır ve güzel âkibet takvâ sahiplerinindir.1 Gelin görün ki bu hakikati tâlim etmeden büyümüş insanlarda ve çocukluğundan îtibâren hep çok yemeye ve çok yığmaya alıştırılanlarda, rızık ve makam endişesi zirvededir. Zamanla bu endişe, dile vurulmuş bir prangaya dönüşür. Bu pranga da kişiyi, maaşından ve makâmından mahrum kalmak korkusuyla haksızlıklar karşısında susmayı seçen, dilsiz bir şeytana dönüştürür. İşte böyle olduğunda insanlar kendi hakkını bile savunamaz hâle düşer.

TİMUR'UN DEDİKODUSU

Bu kimseler, vaktiyle, gönderdiği filler yüzünden sürekli sızlanıp Timur’un dedikodusunu yapan; fakat iş, Hoca’nın ardına düşüp “Biz bu fillerden bezdik!” demek için Timur’la yüz yüze görüşmeye geldi mi korkudan çil yavrusu gibi dağılan kimselere benzer. Bunlar, emek vermeden rahata kavuşmayı umarlar. Oysa kendi problemini çözmek husûsunda bile tembellik ya da korkaklık gösteren kimseye, bu dünyada da âhirette de rahatlık yoktur. Bu insanlar, dilleriyle şikâyetçi oldukları, hâlleriyle korkaklık sergiledikleri ve “Bana ne!” dedikleri sürece, ancak ve ancak, daha fazla filin yükünü çekmeyi hak etmiş olurlar. Üstelik bu durumda hiç kimse, bir fil daha gönderdiği için Timur’u suçlayamaz.

Rabbimiz azze ve celle, başımıza gelen sıkıntıların, kendi ellerimizle yaptıklarımız yüzünden olduğunu âyetlerle bildirmiştir.2 Elini hak için kaldırmak bir eylem olduğu gibi, aynı eli haksızlık karşısında kaldırmamak da bir eylemdir. Konuşmak bir fiil olduğu gibi, susmak da bir fiildir. Yanlışı kusmak da doğruyu susmak da “kendi elimizle yaptıklarımız” cihetinden birer seçimdir.

Allah kimseye uzun ömür vermek zorunda değildir. Lâkin tüm inançlı insanlar, Allah’ın kendilerine verdiği mühlette, heyecanlarını hiç yitirmeden Allah için çalışmak zorundadır. Bu durumda, hep birilerinden gelse diye beklemek bir fiil olduğu gibi, muhtaç olduğu heyecânı, kendi ölüm ânını düşünerek doğurmak da bir fiildir. Maddî mânevî ihtiyaçlarını birilerinin gidermesini istemek bir fiil olduğu gibi, muhtaç olduğu kudreti ıkına ıkına, bağıra bağıra, yana yana doğurmaya çalışmak da bir fiildir. Kişi, tercih etme hakkına sahiptir ve seçimlerinin sonuçlarına katlanmakla mükelleftir.

Kendisine ve çevresine karşı duyarlı, kendisinde ve çevresinde mevcut eğrilikler sebebiyle mahzûn ve dertli olmak, Müslümanlık alâmetidir. Dert ettiği kadar dermâna, sancı çektiği kadar doğuma, yoğrulduğu kadar kıvâma, yorulduğu kadar da dinlenmeye yaklaşır insan… Ve nihâyetinde pek tatlı bir yorgunluğun onuruyla, “Bu da bana lûtfettiğin sadakamdır Rabbim, kabul buyur!” diyen ümitlilerden olur.

BENLİK PROBLEMİ

Çok yakında öleceğini, herkesin, her sözün ve her işin asıl yüzünün zaten çok yakında böylece ortaya çıkacağını bilen biri, kalan süresini anlamsız tartışmalarla ziyân etmek yerine, gülümseyip “Selâm!” diyerek geçecek ve kabirde geçer akçe biriktirmeyi seçecek olgunluğa kavuşur. Bu olgunluğun yolu da benlik problemini aşmaktan geçer.

Hizmet ortamları, “Bana ne!” diyemeyen dertlilerin hayat alanıdır. Lâkin nice zorluklarla doludur. Hizmet erleri, bu zorlu alanda nefes alabilmek ve ilerleyebilmek için, namları asr-ı saâdetten günümüze kadar gelen, o pek meşakkatli Tebük seferine, hiç mâzeret üretmeden katılmayı seçen önderlerine bakarak kuvvet bulurlar. Mâzeret üretmeden ve her türlü engeli aşarak devam etmek, gerçek îmânın gereğidir, bilirler. İşte bu sebeple yollar kapansa da durmaz, biiznillah, karı kürür, yürürler.

KARDEŞLİĞİN GEREKLERİ

Kardeşliğin gereklerinden biridir: Allah için kusura bakmak îcâbeder. Çünkü ancak bakanlar görebilir, görenler düzeltebilirler. Bakıp görmediği, görüp dert etmediği bir kusûru kim, nasıl örter? Hani, mânâsını kavrayamadığı cümleye saçma demek, nasıl ki kabuğunu soyamadığı portakala acı demeye benzer. Portakalın tadına ve şifâsına kavuşmak isteyen nasıl ki eline bir bıçak alır, keser, işte sözlerin ve hâdiselerin mânâsına kavuşmak için de öyle emek vermek îcâbeder.

İçinizden birine, “Bir zehir tâciri tanıyorum, ortak arıyor, ne dersin?” diye sorulsa, îmânının kuvvetiyle doğru orantılı olarak kesin ve net îtirâz eder. Hiçbir Müslüman, böyle birine ortak olmak istemez. O zaman, tam da burada şunu hatırlamak şarttır: Sadece aynı işte kuvvet birliği yapmak değil, savaşmamak ve göz yummak da bir çeşit ortaklıktır. Zehirden ve onun tâcirinden nasıl uzaksan, kalbini, rûhunu zehirlemeye çalışan her türlü fitneye karşı sessiz kalmaktan da öylece uzak olmalısın. Çevresine kayıtsız kalmak ve boş vermek, inançlı kimseye göre değildir. Sen öğüt verip hatırlat. Çünkü hatırlatmak müminlere fayda verir.3

MÜ'MİNİN KONUŞMASI

Zaten bir mü’minin konuşması, ya nehy i anil münker, ya da emr i bil maruf olabilir. Boş sözlerden ve boş vermekten, faydalı ve hayırlı işlerle dolu bir günlük program yaparak  korunmaya çalışmak gerekir. Faydalı ve hayırlı işlerle doldurduğumuzu sandığımız her bir gün için de Allah’ın affına sığınmak ve kabûlünü ummak…

Hakk’ın sınırları içinde yaşamaya üşenmezsek, ölmek de zorumuza gitmez umarız. Ve an gelir, can verip birer masala döneriz. Ardımızdan belki unuturlar, belki anlatırlar, onu bile bilmeyiz...

Mâdem ki böyle, hadi şimdi mert olalım. Sen sen ol. O, o olsun. Ben de ben olayım. Herkes böyle, sadece kendisi olsun. İçi dışı bir olsun. Bir insanın içinden, beş on tane başka insan çıkmasın. Böylece sahte, meçhûl ve yanıltıcı kalabalık dağılsın, hakîkî, tanıdık ve güvenilir çokluk kalsın. O çoklukta “Bir” leşip dertlere derman olma aşkıyla dolalım.

Hadi! İnsan olarak yaratılmanın şükrünü, en samîmî ve ciddî bir şekilde, İslâm’ı yaşamaya çalışarak edâ edelim de hakîkatimize, yani insanlığımıza yaklaşalım. Eğrilikler bize dert, bize kasavet olsun. Dertlenelim ki payımız nusret, âhirimiz cennet olsun. Sonra hep bir ağızdan, çok muhtaç olduğumuz şu duâyı edelim: Rabbimiz, bize ancak Müslümanlar olarak can vermeyi nasip eyle. Âmin.

Kaynak: Neslihan Nur Türk, Altınoluk Dergisi, Sayı: 373, Mart 2017


Dipnotlar: 1) Tâhâ Sûresi, 132. 2) Rûm Sûresi 41, Şura Sûresi 48. 3) Zâriyat Sûresi, 55.