Bakara Suresinin 250. Ayeti Ne Anlatıyor?

KUR’ÂNIMIZ

Bakara suresinin 250. ayetinde ne anlatılıyor? Savaşta Allah’tan yardım dilemeyi ve sabrı öğütleyen ayet-i kerime, Bakara suresinin 250. ayetinin meali ve tefsirini yazımızda okuyabilirsiniz...

Ayet-i kerimede buyrulur:

رَبَّنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَۜ

“Rabbimiz! Bizi sabırla donat, bize sebat ver ve inkârcı topluluğa karşı bize yardım et!” (Bakara, 2/250)

SAVAŞ MEYDANINDA SEBAT

Bilgi

İsrailoğuları, kaybettikleri toprakları geri almak üzere Tâlût’un komutasında sefere çıktılar. Komutan Tâlut, ordusuna “Allah sizi muhakkak bir nehirle imtihan edecek, bir avuç miktarı hariç o nehirden su içmeyin” dedi. Ancak, Tâlut’un ordusunun çoğu o nehirden kana kana içti. Düşmanın başında ise Câlût isimli çok güçlü bir komutan vardı.

Düşmana yaklaşınca Tâlut’un ordusunda korku ve gevşeme alametleri ortaya çıktı. Ancak aralarında sayıları az da olsa imanları ve cesaretleri güçlü mücahidler de vardı. Onlar işte bu ayetteki duayı yaptılar.

Mesaj

  1. Zaferi sayıca üstün olanlar değil, maddî ve manevî açıdan savaşa hazırlık yapanlar kazanır.
  2. Savaşta sabır ve sebat vermesi için Allah’tan yardım istenir.

Kelime Dağarcığı

Sebat: Bir işi sonuna kadar sürdürme, kararlılık.

Kaynak: Diyanet, Kur'an-ı Kerim'den Serlevha Ayetler

TEFSİR

  1. Savaşmak üzere Câlût ve ordusuyla karşı karşıya geldikleri zaman da şöyle yalvardılar: “Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlamlaştır ve kâfirler gürûhuna karşı bize yardım et!”

Âyet-i kerîmelerden anlaşılacağı üzere Allah yolunda savaşacak asker:

› Korkulu ve dehşetli manzaraları gördüğünde çok sabırlı olmalıdır. Bu, savaşacak kimseler için gerekli birinci esastır. Çünkü korkak askerlerden beklenen fayda elde edilemez.

› Savaş için gerekli olan silahlar ve aletler olmalı; insanın sebat edip durmasını sağlayacak ve kaçmaya yeltenmesini engelleyecek güzel bir birlikle beraber bulunulmalıdır.

› Düşmanı yenebilmeleri için, düşmandan daha çok yiyecek ve içeceğe sahip olmalıdırlar.

› İlâhî yardımın geleceğine inanıp Cenâb-ı Hakk’a tazarrû hâlinde bulunmalıdırlar. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, VI, 158)

İki ordu karşılaştığında, Câlût, kendisiyle mübârezeye çıkacak, yâni ordusunu temsîlen kendisiyle vuruşacak bir er diledi. Karşısına Dâvûd (a.s.) çıktı, sapanını çıkardı ve taşını yerleştirerek Câlût’a fırlattı. Taş, Câlût’un tam alnına isâbet etti ve atından düşerek öldü. Bu hâdise, insanların nazarında kuvvetli görünenin, hakîkatte zayıf, zayıf görünenin de Allah’ın yardımıyla kuvvetli olabileceğini göstermektedir.

Bu zaferden sonra Allah Teâlâ, Dâvûd (a.s.)’a hükümdarlık ve hikmet yâni peygamberlik verdi. “Hikmet”, işleri en doğru ve en uygun biçimde yapmak, yerli yerine koymaktır. Bu mânanın kemâli ve zirvesi ise, ancak nübüvvet ile gerçekleşir. Bu sebeple buradaki “hikmet”ten maksadın nübüvvet olduğu da söylenmiştir. Yine Allah ona, dilediği şeyleri öğretmiştir. Demiri yumuşatarak zırh yapması, kuşların dilini bilmesi ve dağlarla beraber zikretmesi buna misal verilebilir.

Âyet-i kerîmenin devamında, “Eğer Allah bu şekilde insanların bir kısmı eliyle diğer bir kısmını bertaraf etmeseydi, hiç şüphesiz yeryüzü fesâda uğrar, dirlik ve düzen kalmazdı. Fakat Allah, bütün varlıklara çok büyük lutuf ve inâyet sahibidir” (Bakara 2/251) buyrularak toplum hayatında cârî olan ilâhî nizamın bir ölçüde izahı yapılmaktadır. Şâyet Allah Teâlâ savaşı meşrû kılarak haksızlık, bozgunculuk ve saldırganlık taraftarlarını, yeryüzünün ıslahı, düzeni ve imârı için gayret gösteren mücahitlerle defetmeseydi böylece iyilik yanlılarını, çocukları ve kadınları korumasaydı, her taraf bozguna uğrar, düzen dağılır, çoluk çocuktan, ilim ve sanattan, din ve imandan eser kalmazdı. İnsanlar devamlı olarak bozguncuların ve saldırganların hücumuna uğrar, çiğnenir ve mahvolurlardı. Sosyal adâlet ve eşitlik kaybolur, nihayet fıtrat-ı selîmesi bozulan herkes saldırganlaşır, karşı koyacak bir güç bulunmayınca da hepsi mahvolurdu.

Diğer taraftan, Allah Teâlâ insanlar arasında ictimâî dengenin kurulmasını birtakım sebeplere bağlamıştır. Bu itibarla insanların bir kısmı zengin bir kısmı fakir, bir kısmı güçlü bir kısmı zayıf, bir kısmı sıhhatli bir kısmı hasta, bir kısmı mü’min bir kısmı münkir olarak imtihan sahnesinde yerini almıştır. İnsanların cemiyet hâlinde yaşayabilmeleri, bu gruplar arasında kurulacak sıhhatli münâsebetlere bağlıdır. Bu açıdan bakıldığında tıpkı elektrik yüklü artı ve eksi kutuplar arasında kıvılcım ve enerji meydana gelmesi gibi, ıslah edici ve ifsat edici insanlar arasında vuku bulan mücâdele ve savaşlarda da pek çok hikmetler bulunmaktadır. Çünkü Allah, bütün varlıklara ve bu arada özellikle akıl sahibi olan insanlık âlemine sonsuz bir lutuf ve rahmet sahibidir. O, asla fesada razı olmayacağı gibi, yeryüzünün imar edilmesini, üzerinde insanların lutuf ve ikramıyla yaşamasını, ebedî mutluluklara, yüksek mertebelere ulaşmalarını istemektedir. Bu bakımdan fesadın ortadan kalkıp düzenin tesisi için; salah ve hayır sahiplerinin, bozgunculuk yapanları defetmesi lazımdır. İşte Allah, savaşı bu hikmetle meşrû kılmıştır.

Bütün bunlar, Allah’ın ibret alınacak, üzerinde düşünülüp gereği yapılacak âyetleridir. Bu âyetleri Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz’e her türlü şüphe ve hatadan, bozulup değiştirilmeden uzak bir şekilde sırf hak ve gerçek olarak vahyetmiştir. Zira Hz. Muhammed (s.a.s.), şüphesiz ilâhî vahye muhatap olan peygamberlerden biridir. O halde peygamber olarak vazife ve sorumluluğunu harfiyen yerine getirmelidir.

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri, kuranvemeali.com