Azaptan Kurtaracak Ticaret

VİDEOLAR

Malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerin mükâfatı ne olacaktır? Abdullah Sert Hocaefendi, Saf suresinin 10-13. ayetlerinde anlatılan, müminleri azaptan kurtaracak ticareti okuyor.

SAF SURESİ 10-13. AYETLER

Meali:

Ey iman edenler! Sizi pek acı bir azaptan kurtaracak çok kârlı bir ticâretin yolunu size bildireyim mi? Allah’a ve Rasûlü’ne gerektiği gibi inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihâd edersiniz. Eğer bilirseniz, sizin için hayırlı olan budur. Böyle yaparsanız Allah sizin günahlarınızı bağışlar, sizi içinden ırmaklar akan cennetlere; sonsuz nimet ve ebedî mutluluk diyarı olan Adn cennetlerindeki çok güzel köşklere yerleştirir. En büyük başarı ve kurtuluş işte budur! Hoşunuza gidecek bir başka lutuf daha var: Allah’ın yardımı ve pek yakında gerçekleşecek bir fetih! Mü’minleri müjdele! (Saf suresi, 10-13)

Tefsiri:

Saîd b. Cübeyr’den rivayete göre ashâb-ı kirâm “Sizi pek acı bir azaptan kurtaracak çok kârlı bir ticaretin yolunu size bildireyim mi?” (Saff 61/10) âyet-i kerîmesi nâzil olunca “Bu ticaretin hangisi olduğunu bilsek mallarımızı onun yolunda versek” dediler de Allah Tealâ: “Allah’a ve Rasûlü’ne gerektiği gibi inanır...” âyet-i kerîmesini indirdi. (Suyûtî, Lübâbu’n-Nukûl, II,167)

Mukâtil (r.h.) şöyle anlatıyor: Bu âyet-i kerîmeler Osman b. Maz’ûn hakkında nâzil oldu. Bir gün Resûlullah (s.a.s.)’a: “Bana izin versen de hanımım Havle’yi boşasam, rahip gibi yaşasam. Bunun için kendimi hadım etsem, eti kendime haram kılsam, hiçbir gece uyumasam, oruçsuz hiçbir gün geçirmesem” demişti. Resûlullah (s.a.s.) da ona: “Nikâh benim sünnetimdendir. İslâm’da rahiblik yoktur. Benim ümmetimin rahibliği Allah yolunda cihaddır, ümmetimin hadımlığı da oruçtur. Allah’ın size helâl kıldığı hoş ve temiz şeyleri kendinize haram kılmayın. Benim sünnetimdendir ki gece uyurum, kalkıp ibâdet de ederim, bazı günler oruç tutarım, bazı günler de oruç tutmam. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir” buyurdu. Osman: “Ey Allah’ın Rasûlü! Hangi ticaret Allah’a daha sevgili, bilsem de o ticareti yapsam” dedi ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerîmeler nâzil oldu. (Kurtubî, el-Câmi‘, XVIII, 57)

Allah yolunda gösterilen gayretin ve dökülen terin ne kadar kıymetli olduğunu Ziyâ Paşa şöyle dile getirir:

“Her katresi bir gevher-i yektâdan e’azdır.

Allah için ol yaş ki akar dîde-i terden.”

“Allah için, Allah’ın dinine hizmet yolunda insanın ter gözeneklerinden dökülen her bir ter damlası, eşsiz güzellikte kıymetli bir cevherden daha yüce ve değerlidir.”

Mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihad edenlere iki mükâfat müjdelenmiştir:

Birincisi; âhiret mükâfâtı: Bunlar günahların bağışlanıp içinden ırmaklar akan cennetlere varmak, sonsuz nimet ve ebedî mutluluk yeri olan Adn cennetlerindeki çok hoş ve çok güzel saraylara, köşklere yerleşmek.

İkincisi; dünya mükâfâtı: Allah’ın yardımı ve yakın bir fetih. “Yakın fetih”ten maksat sahâbe-i kirâm için müjdelenen Hudeybiye anlaşması, Mekke’nin fethi, Allah’ın müslümanlara nasip edeceği ganimetler, daha sonra İran ve Bizans ülkelerini fethedilmesi vs. olabilir. Nitekim bu sûreden sonra inen fetih sûresinde Resûlullah (s.a.s.)’e “Açık bir fetih” verildiği bildirilir. (Feth 48/1) Bu fetih, daha çok Hudeybiye anlaşması olarak tefsir edilir. Yine o sûrede “feth-i karîb” yani yakın bir fetih ve ganimetlere de işaret edilir. (bk. Fetih 48/18-19)

Müjdelenen bu yardımlar, fetihler ve zaferler hem Resûlullah (s.a.s.) zamanında, hem de sonraki dönemlerde bir bir gerçekleşmiştir. Yine de gerçekleşmeye devam edecektir. Dünyevî müjdelerin gerçekleşmesi, Kur’an’ın haber verdiği âhiret mükâfatlarının gerçekleşeceğinin de açık bir delilidir.

“Allah’ın yardımı ve pek yakında gerçekleşecek bir fetih! Mü’minleri  müjdele!” (Saff 61/13) âyeti, târih boyu savaşlarda mü’min askerlerin morallerini ve savaş heyecanlarını artırıcı bir ifade olarak sık sık tekrarlanmıştır. Hususiyle Osmanlı’da ordunun mutlaka muzaffer olacağı inancını kuvvetlendirmek üzere mehteranın icra ettiği musiki eşliğinde coşkulu bir şekilde seslendirilmesi, manevî bir anane olarak devam ettirilmiştir.

Kaynak: Prof. Dr. Ömer Çelik Tefsiri