Asla Unutmamanız Gereken İki Şey

HAYATIMIZ

Müʼmin, âdeta kalbinin kapısında bekçilik edip o kapıdan içeriye, gurur, kibir ve enâniyetin kırıntısını bile sokmamaya gayret etmelidir. Derin bir tefekkür ve murâkabe ile her an gönlünü yoklayıp hatâ ve kusurlarının ıslâhı ile meşgul olmalıdır.

KİŞİNİN KENDİNDE ÜSTÜNLÜK GÖRMESİ

Günahlarının yükü altında nedâmet ve mahcûbiyetinden iki büklüm olmuş tevbekâr bir mücrimin hâli, amelinin zâhiren düzgün olmasına güvenerek mağrur olan, hata ve kusurlarının farkında olmadığı için âkıbetinden eminmiş gibi rahat davranan bir kimsenin hâlinden kat kat üstündür. Zira namaz kılmak, oruç tutmak, infak etmek, kişiyi Allâh’a yaklaştıran yollardandır. Fakat asıl mühim olan, bütün bunları yaparken kendinde bir üstünlük görmemek, nîmet ve muvaffakıyeti Allah’tan bilmektir.

Lokman Hakîm ne güzel buyurur:

“İki şeyi unutma: Allah Teâlâ’yı ve ölümü.

İki şeyi de unut: Başkasına yaptığın iyiliği ve başkasının sana yaptığı kötülüğü.

YAPILAN SÂLİH ÂMELİ HEMEN UNUTMAK ÎCAB EDER

Gurur, kibir ve ucba kapılarak nefsâniyete prim vermemek için, bir sâlih amel işledikten sonra onu hemen unutuvermek îcâb eder. Eğer namaz, oruç, infak, Allah yolunda gayret gibi hayırlar, nefsânî bir üstünlük hazzı veriyorsa, evvelâ, nefsin bu kötü huyu bertaraf edilmelidir. Bunun yolu da, nefsin tuzaklarından olan, hâl ve ameline güvenme gafletinden kurtulmak, Rabbimizin rahmetine nâil olabilmek için korku ve ümit duyguları içinde titreyen bir kalbî hassâsiyetle kullukta bulunmak ve neticede yine Rabbimizin rahmet ve mağfiretine sığınmaktır.

Nitekim kulluktaki güzel hâl ve amelleriyle beşeriyetin zirvesi olan Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- duâlarında:

“Allâh’ım! Sen’in gazabından rızâna, azâbından affına ve Sen’den yine Sana sığınırım! Sen’i lâyık olduğun şekilde medh ü senâdan âcizim! Sen kendini nasıl medh ü senâ etmişsen öylesin!”[1] diyerek biz ümmetine örnek olmuştur.

MÜ'MİN, ALLAH'A YAKLAŞTIKÇA KUSURUNU İDRÂK EDER

Yani mü’minin Hakk’a yakınlığı arttıkça, O’na olan ibâdet, hamd, şükür, zikir, mârifet ve yakînindeki noksanlığını, hâlindeki kusurunu idrâk edişi de artar. Bunun içindir ki Hakk’ı en iyi bilen ârifler, O’nu lâyıkıyla bilemeyeceklerini kavramış olanlardır. Hakk’a en güzel kullukta bulunan âbidler, O’na lâyıkıyla ibâdet edebilmekten âciz olduklarını anlamış olanlardır…

Dipnot: 1) Müslim, Salât, 222.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2011 – Mayıs, Sayı: 303, Sayfa: 032