Aşkın Sırrı Fakr’dadır

İHSAN

Ancak benliksizlik kâinatı aydınlatabilir. Mü’minden beklenen iş, fakr-ı mutlak ve çıplaklıkla aczini, zaafını ve kusurlarını idrak ederek kendisini Allah Teâlâ’nın huzur-u ilahîsine takdim etmektir.

Mevlânâ Celaleddîn Rûmî Hazretleri dediler ki: “Mirâç gecesinde Rasûlullah nefsinden sıyrılmış olarak 100.000 yıllık yol gitti.”

Ancak benliksizlik kâinatı aydınlatabilir. Mü’minden beklenen iş, fakr-ı mutlak ve çıplaklıkla aczini, zaafını ve kusurlarını idrak ederek kendisini Allah Teâlâ’nın huzur-u ilahîsine takdim etmektir.

PEYGAMBERİMİZİN FAKR HALİ

Rasül-ü Kibriyâ Efendimiz aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm annesiz, babasız, ümmî bir yetimdi. Bundan dolayı sevgili Efendimiz’i anlamak; yetimliği, ümmîliği ve vatanından göçmek durumunda kalmayı anlayabilmekle mümkündür. Peygamber Efendimiz aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm’ın hayatını incelediğimiz zaman şahit oluyoruz ki; O daima zayıfların, güçsüzlerin, fakirlerin, çaresizlerin, kimsesizlerin yanında olmuştur.  O’nun aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm isimlerinden birisi: “Melce-i-Fukara” fakirlerin sığınacak yeri, emniyet adasıdır. Bir diğeri “Enis-iz-Zuafa” yani zayıfların arkadaşıdır. O’nu aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm anlamak, O’nun Rabb’ine muhtaçlığını ve fakrını anlamaktır; “Benim hâlim fakrdır, fakrım iftiharımdır.” “El-fakru fahrî” hadîs-i şerifi Fahr-i kainat Efendimiz’in (aleyhis-salâtüves-selâm) özünü anlatmaktadır. Fakr hâlinde oluşu O’nun ilham kaynağıydı. Rabb’ine şöyle bir dua etti: “Beni fakir olarak yaşat, fakir olarak öldür ve fakir olarak dirilt.” 

Bizi Cenab-ı Allah’a yaklaştıracak yegâne şey daima fakr hâlinde olmaktır.  Fakirlik, İslam dininin özüdür. Fakirlik, bir müminin sahip olduğu tüm değerli özellikleri içinde barındırır. Çünkü kişinin özünü feda etmesine, yalnız Allah’ın varlığına kendini adamasına vesile olur. Bu yüzden hiçlik mertebesi hakiki tevazuu, samimi teslimiyeti, en derin muhabbeti, hûşu dolu hayranlığı, sonsuz keremi ve halis kulluğu doğurur. Hiçliğimizi anlarsak, Rabb‘imizin yüceliğini ve nihayetsiz kudretini anlamış oluruz. Böylece, sahtelik söner, ikiyüzlülük biter, menfaat işleri kaybolur. Yozlaşma, sahtekârlık, ahlaksızlık, sömürü, saldırganlık, suistimal kalmaz. Ve hidayet, rahmet, mağfiret, emniyet, güven, huzur, selamet, iç barışımız tecelli eder.

Dünya hayatının sınırlarından kurtulmak için manevî fakirlik yolunda gayret göstermek gerekir. Kendimizi kayıtsız şartsız, tam ihlâs ile, sonsuz bir acz, fakr ve hiçlik içerisinde Allah’a sunmalıyız, O’na sığınmalıyız. Hz. Mevlana’nın buyurduğu gibi: “Mirac, varlıktan sıyrılmaktır.”

BİR MÜMİNİN NİHAİ HEDEFİ

Bir mümin için nihai hedef, dünyaya karşı fakîr olmak ve ilâhî huzurun ebedî zenginliklerini kazanmak için kendini nefsinden kurtarmaktır. İşte bu özdeki zâtın verdiği aydınlıktır, “ihram” hazinesidir. İhram giydiğimiz zaman kalbimizde marifetin nuru parlayacaktır ve mirâç mertebesine ulaşma imkânı olacaktır. Bu hâl ise, bize bizden daha yakın olan Rabbimiz'e kavuşmaktır. Hz. Mevlânâ der ki; “Semavatın mirâç’ı nedir? Hiçliktir. Âşıkların dini, mezhebi yok olmaktır.” “Ey âşıklar! Varlık sıfatlarından kaçın da kendinizi Hakk’ın cemâlinin müşahedesinde yok edin!” “Aşkın varlığıyla öyle tükendim ki yokluğum varlığımdan bin kat daha tatlı.”

Yoksulluk hali yaratılanın Yaratıcısı ile alçakgönüllü bir ilişki kurmasıdır. Yoksulluk hali kişinin kulluğunu ve Rabb’ine olan mutlak ihtiyaç ve bağımlılığına dair idrak ufuklarını açar. Yoksulluk hâli kendini dünyanın bağlarından kurtarıp Allah’ın eline teslim etmektir. Yoksulluk hâli çaresizliğin, ihtiyacın, fakrın ve tevazunun kapılarını açar. Yoksulluk hâli sahteliği soyup atar, perdeleri kaldırır, manevî hazımsızlığı, can sıkıntısını, endişeleri giderir, paylaşımı güçlendirir.

Sadece manevî fakirliğin sırrıyla teçhiz edilmiş bir kalp kurbiyet mertebesine ulaşabilir. Putlarla ve dünyanın çöpleriyle dolmuş bir kalp ile kurbiyet cennetine ulaşılmaz. Kalbimiz bencil hasletlerle dolduğunda, Allah’ın rahmetine yer kalmaz. İç dünyamızı hırs, kıskançlık, kibir, açgözlülük, tembellik ve cahillikten temizlemek gerekir. Mevlânâ Celaleddîn Rûmî Hazretleri buyurdular: “Benlik korkunç bir sarhoşluk getirir; kafadan aklı ve kalpten tevazuyu çıkarır.” “Bütün dünya yanlış bir yöne doğru gidiyor, çünkü asıl sığınakları olduğu hâlde insanlar yokluktan korkuyorlar.” 

YOKSULLUK ŞEYHLERİN ŞEYHİDİR

Hiçlik kapısı, yokluk kapısı, kurbiyet kapısı, fakirlik kapısından girmeden aşkın sırrına erişemeyiz. Aşkın sırrı fakrdır. Fakr en zengin hâlimizdir. Fakirlik insan ulaşabileceği en üst noktadır, en üst nefis terbiyesidir. Mevlânâ Celaleddîn-i Rûmî şöyle demektedir: “Allah dostlarının kalpleri yoksulluk etrafında bir çember oluşturur: Yoksulluk şeyhlerin şeyhidir, bütün kalpler ise onun müridleri.”

Yoksulluk makamına ulaşmak için, iki cihan güneşi Efendimiz aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm bize bir velayet reçetesi olan şu tavsiyede bulunmaktadır: “Ölmeden önce ölünüz.” Cüneyd-i Bağdâdî bu konuda şunları söylüyor: “Tasavvuf Allah’ın seni ölümle kendinden uzaklaştırarak, kendisinde yaşamanı sağlamasıdır.” Muhyiddin İbn Arabî ise şöyle söylüyor: “Biz O’na O’nun esmâsını sunarız, O ise bize varlığını.” O, velâyetin üç müteselsil safhasını şöyle tarif buyurmaktadır: “Eğer fakr, iradenin sükûtu ise, ümmîlik aklın sükûtudur; ubudiyet ise varlığın sükûtudur.” Varlığın sükûtu ubudiyet makamını temsil ediyor.

Hak dostları Rahman’ın huzurunda fenaya ermişlerdir. Ruhları hiçbir perde olmaksızın ebedî nurun parıltılarını görmüştür. Bu muazzam ilahî güzelliğe şahit olurken yokluğa aşık olunur. Bahaüddin Veled Hz.lerinin buyurduğu gibi; “Yokluğa bakarken, onun aşkından gözlerinden yaşlar akıtacak biri lazımdır.”

ALLAH VAR

Ashâbın en yücelerinden olan Hz. Bilâl, Efendimiz aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm’ın nurlu ümmetine dâhil olduğunda sahibinin elinde en çetin işkencelerden geçti. Dayanılmaz acılar içindeyken Efendimiz’in dinini inkâr etmesi istendi, fakat o, “Ehad, Ehad!” dedi hep. O şanlı köle Hz. Bilâl kararlılığı, cesareti ve kahramanca tahammülü ile bize nasıl bir hikmet öğretti; “Allah var, ben yokum!” ve “Ben ne az şey verdim, fakat her şeyi kazandım; ölümsüzlük kazandım!” 

Selmân-ı Farisî Hazretleri hakiki zenginliğin ve hakiki özgürlüğün O’na aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm ümmet olmak olduğunu şöyle ilan ediyordu: “Ben İslâm oğlu Selman’ım. Ben delaletteydim, Allah beni Muhammed aleyhisselam ile hidayete erdirdi. Ben fakirdim, Allah beni Muhammed Mustafa’yla zenginleştirdi. Ben köleydim, Allah beni Muhammed Mustafa’yla özgürleştirdi.” 

Mümin, her şeye kâdir Rabb’inin huzurunda acziyetini ve hiçliğini idrak etmiyorsa, şiddetli bir arzu, yakıcı bir özlem, yoğun bir iştiyak, sonsuz yakarmaya ihtiyaç duymuyorsa; Cemâl-i İlâhî karşısında hayret, şaşkınlık ve merak duymuyorsa, hakiki kulluğa sahip olmayacaktır.

Kaynak: Rabia Brodbeck, Altınoluk Dergisi, Sayı: 431