Aşıkların Mutluluğu

TEFEKKÜR

Dünya dedikleri bu eski sinemaya şöyle bir baktığımızda, eski bir filmin içinden çıkıp gelen hüzün evlerin başköşesine kurulurken zamanın yağmurunda ıslanan faniler için iki tane mezar taşı dikilmiş orda öylece durmaktadır. Âşıklar ise tüm bunların ötesinde alevden denizlerden mumdan kayıklarıyla geçmenin mutluluğu içindedirler.

Büyük Mevlevi Şairi Şeyh Galip aşkı mumdan kayıklarla alevden denizleri aşmaya benzetir. Burada başrolde oynayan bizzat aşkın kendisidir. Bahsedilen alevden denizler aşkın zorluklarını anlatmak içinde kullanılmış olabilir. Ya da mum alev denizinde eridiğinde kemale erecek bitmeyen bir varlığa bürünecektir. Fani varlığını sevgilinin yolunda feda eden bir âşık karşılığında solmayan ve yitmeyen ebedi bir varlık kazanacaktır.

Burada esas olan kendi varlığını tüketerek maşukta kendini eritmektir. Eğer aşkın alevden denizlerine dalıp da hala varlık kaygısı sürüyorsa bir insan âşıklar zümresinden değildir. Aşık olmak varlık kaygısından azade olmaktır. Benlik şişesini vurup kırmaktır.

DÜNYAYA HEVES OKLARINI ATIP DURMUYOR MUYUZ?

Her şeyi çift gören biz dünya şaşıları iki dünyanın eteğinde hangi kayboluşun türküsünü söylüyoruz. Aşkın sisli vadilerinde at koştururken zamanın kamçısını hayalin suratında şaklatmaktan bıkmadık mı? Kuş yerine kuşun gölgesine ok atan ahmak avcı gibi ebedi âlemin bir gölgesi olan dünyaya heves oklarını atıp durmuyor muyuz?

Gövdesinin ağırlığı altında ezilen insan nasıl bir şaşkınlığın pençesi altındadır.  Dünya hiç durmadan kurduğu tuzaklara tutulan akıl sahiplerinin menkıbelerini anlatıyor. Mekânın ve zamanın kaydı altında kendi mahkûmluğunun etrafında tavaf eden insanların zavallılığını hangi lügat anlatabilir.

HER İDDİA KOLLARA GEÇİRİLEN BİR KELEPÇEDİR

Aşkın etin kemiğin yörüngesinden çıkıp ruhun galaksilerine erişmesi için ilk önce tüm iddialardan vazgeçmek elzemdir. Her iddia ayaklara takılan bir pranga her iddia kollara geçirilen bir kelepçedir.

Zaman denilen büyük kaptanın sürdüğü büyük bir mekân gemisinin içinde Hakkın varlık denizinde gark olup durmaktayız. Yokluktan varlık âlemine bizi sürükleyen varoluş dalgası ezelden taktir edilen alınyazısının sahillerine demir atmış durumda.

KENDİNDE DÖNEN BİR AŞK BUMERANG GİBİDİR

Kendinde dönen bir aşk bumerang gibidir. Başkalarını kendi benliğini seyrettiği bir ayna olarak görmek eğer tefrit derecesine varırsa narsizme dönebilir. Bu durum aşığın kendi kendine kurduğu bir tuzaktır. Tarihin tozlu sayfaları her şeyi aşıp kendi kendine takılanların hüzün verici hikâyeleri ile doludur.

Alevden denizlere at sürmek her kişinin değil er kişinin harcıdır. Kendi canından vazgeçerek canlar canına feda eylemek için mangal gibi bir yürek deryalar kadar imana sahip olmak gerekmektedir. Başkalarını değil kendi öfkesini yenenin hakiki pehlivan olması bundan dolayıdır.

Dünya dedikleri bu eski sinemaya şöyle bir baktığımızda, eski bir filmin içinden çıkıp gelen hüzün evlerin başköşesine kurulurken zamanın yağmurunda ıslanan faniler için iki tane mezar taşı dikilmiş orda öylece durmaktadır. Âşıklar ise tüm bunların ötesinde alevden denizlerden mumdan kayıklarıyla geçmenin mutluluğu içindedirler.

Kaynak: Mehmet Baş, Altınoluk Dergisi, 375. Sayı