Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’de En Çok Geçen İsimleri

KUR’ÂNIMIZ

Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de kendisini en çok “Rahman” ve “Rahîm” sıfatlarıyla tanıtmaktadır. Sevgili Rasûlʼünü de “âlemlere rahmet” olarak gönderdiğini bildirmektedir. Dolayısıyla, ilâhî ve nebevî ahlâk ile ahlâklanan bir müʼminin; merhamet, şefkat ve bunların fiilî tezâhürü olan “infak, fedakârlık ve hizmet”ten uzak bir hayat yaşaması düşünülemez.

Asr-ı saâdette yaşanan şu hâdise, bu hususta bizlere ne kadar da yüksek bir gönül ufku telkin etmektedir:

ALLAH'IN SİZİ BAĞIŞLAMASINI İSTEMEZ MİSİNİZ?

Hazret-i Ebû Bekir -radıyallahu anh-, Mıstah isimli bir fakire devamlı olarak yardımda bulunuyordu. Kızı Hazret-i Âişe’yi hedef alan İfk Hâdisesi’nde Mıstah’ın da iftirâcılar arasında yer aldığını görünce, bir daha ona ve âilesine iyilik yapmayacağına dâir yemin etti. Hazret-i Ebû Bekir’in yardımı kesilince Mıstah ve âilesi perişan bir hâle düştü. Bunun üzerine şu âyet-i kerîmeler nâzil oldu:

“İçinizden fazîletli ve servet sahibi kimseler, akrabâya, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere (mallarından) vermeyeceklerine dâir yemin etmesinler; affetsinler, bağışlayıp geçsinler. Allâh’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” (en-Nûr, 22)

“Yeminlerinizden dolayı Allâh’ı(n adını), iyilik etmenize, takvâ sahibi olmanıza ve insanların arasını düzeltmenize mânî kılmayın! Allah her şeyi işiten ve her şeyi bilendir.” (el-Bakara, 224)

Bu âyet-i kerîmelerin nüzûlünden sonra Hazret-i Ebû Bekir -radıyallahu anh-:

“–Ben elbette Allâh’ın beni bağışlamasını isterim!” dedi. Ardından yemin keffâreti vererek, yapmış olduğu hayra devam etti. (Buhârî, Meğâzî, 34; Müslim, Tevbe, 56; Taberî, Tefsîr, II, 546)

Yine bir âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak:

“O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da muhsinleri (güzel davranışta bulunan ihsan sahiplerini) sever.” (Âl-i İmrân, 134) buyuruyor. Demek ki Allâh’ın kullarını affede affede, ilâhî affa lâyık hâle gelmemiz îcâb ediyor. Bunun için de hiç kimseyi incitmemeli, bizi incitenlerden de -Allâh’ın rızâsını umarak- incinmemeye gayret göstermeliyiz.

İRFAN MEKTEBİNİN İKİ DERSİ

Hak dostlarından Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri’nin gençlik yıllarında mânevî tahsile yönelmesine vesîle olan şu hâdise, ne kadar hikmetlidir:

Sâmi Efendi Hazretleri, Dâru’l-Fünûn’un Hukuk Fakültesi’ni pek yüksek bir dereceyle bitirmiş, artık memleketi Adana’ya dönmeyi düşünürken, bir gün Bayezid meydanında bir Allah dostuyla karşılaşır. Sâmi Efendi’nin güzel hâlini pek beğenen bu zât, kısa bir tanışma faslının ardından:

“‒Sizi yeni bir tahsile başlatmama müsâade eder misiniz?” der ve onu Koca Mustafa Paşa semtinde bulunan Kelâmî Dergâhı’na götürür. Yolda hasbihâl ederken o Allah dostu, Sâmi Efendi’ye der ki:

“‒Evlâdım! Senin bu zâhirî tahsilin kâfî değil! Sana, kişiyi iki cihan saâdetine kavuşturacak esas tahsili tavsiye edeyim. Bu yeni başlayacağınız irfan mektebinin ilk dersi, kimseyi İNCİTMEMEK’tir; son dersi de aslâ İNCİNMEMEK... Yani Hâlık’ın şefkat nazarıyla mahlûkâta bakış tarzı kazanarak -her ne hâl olursa olsun- hiç kimseye kırılmamak! Affedebilme olgunluğunun zirvesine erebilmek...”

Cenâb-ı Hak, bu mânevî olgunluktan gönüllerimize hisseler lûtfeylesin. Yaratan’dan ötürü yaratılanlara şefkat, merhamet, muhabbet ve hizmeti, gönüllerimizin huzur ve saâdet hazinesi kılsın. Âmîn!..

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler 1, Erkam Yayınları