Allah'a Giden Yol!

PEYGAMBERİMİZ

Hayatımızın her ânında, âdeta bir gölgenin sahibine olan sadâkati misâli, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin bizlere gösterdiği istikâmet üzere yaşamaya gayret etmeliyiz. Öyle ki; O Rahmet Peygamberiʼnin ümmeti olduğumuzu -dilimizden ziyâde- hâl ve davranışlarımız söylemelidir. Oʼnun yolunda ve istikâmetinde olduğumuzu, hâlimiz ifâde etmelidir.

Hak dostlarının çok kıymetli sözlerinden biri şöyledir: «Allâh’a giden yollar, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in izini adım adım takip edenlerden başkasına kapalıdır.»

Zira Cenâb-ı Hak:

“Kim Rasûlʼe itaat ederse Allâhʼa itaat etmiş olur…” (en-Nisâ, 80) buyurmaktadır. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendi hevâ ve hevesinden konuşmayıp sırf Rabbinin emir ve nehiylerini tebliğ ettiği içindir ki Cenâb-ı Hak, iki itaati birleştirmekte ve Rasûlʼüne itaatin, kendisine itaat mânâsına geldiğini beyân etmektedir.

Yine Cenâb-ı Hak bir başka âyet-i kerîmede de:

(Rasûlʼüm!) De ki: Eğer Allâhʼı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın…” (Âl-i İmrân, 31) buyurmaktadır.

Demek ki kulu Allâhʼa muhabbet deryasına ulaştıracak yegâne rahmet ve muhabbet pınarı, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼdir. Allâh’a giden yol, Oʼnun Sevgili Rasûlüʼne duyulan muhabbet ve itaatten geçmektedir. Oʼnun sünnetine uymayan, Oʼnun yolundan gitmeyen hiç kimse; Allâhʼın rahmet ve mağfiretine, muhabbet ve rızâsına nâil olamaz.

PEYGAMBERİMİZ GİBİ YAŞAMAYA GAYRET ETMELİYİZ

Yine âyet-i kerîmede Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

(Rasûlʼüm!) Onu Rûhuʼl-Emîn (Cebrâîl), uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, Senʼin kalbine indirmiştir.” (eş-Şuarâ, 193-195)

Demek ki Fahr-i Kâinât Efendimizʼin kalp âleminden hisse almamız zarûrîdir. Zira Oʼnu kalben tanımadan, Oʼnun gönül dokusundan hisse almadan, Oʼnun yaşadığı gibi yaşamaya gayret etmeden; ne Kurʼân-ı Kerîmʼi tam olarak idrâk edebiliriz, ne îmânımız tam bir îmân olur, ne ibadetimiz ibadet, ne de ahlâkımız ahlâk olur.

KULLUĞUN EN MAKBUL ŞEKLİ O’NUN ŞAHSINDA

Cenâb-ı Hak kendisine yapılacak kulluğun en mükemmel ve makbul şeklini, Rasûlʼünün şahsında sergilemiştir. Bu itibarla, ibadette, muâşerette, ahlâkta, hak ve hukuka riâyette Efendimizʼle beraberliğimiz, Oʼna yakınlık ve benzerliğimiz hangi seviyedeyse, Hak katındaki değerimiz de ancak o seviyededir.

Cenâb-ı Hak Kurʼân-ı Kerîmʼinde “namaz”ı emreder, fakat onun keyfiyetini, yani nasıl edâ edileceğini Sünnetʼten öğrenmemizi ister. Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de;

“Namazı benden gördüğünüz gibi kılın…” buyurmuştur. Buna mümâsil; zekât, oruç, hac gibi bütün ibadetleri Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ne şekilde îfâ etmişse o şekilde îfâ etmemiz zarûrîdir. Nebevî ahlâk ile ahlâklanmak da bu hassâsiyeti hayatın her alanında sergilemekle mümkündür.

Dâimâ şunu düşüneceğiz:

Merhametimiz, Allah Rasûlüʼnün merhametine kıyasla ne kadar? Oʼnun tevâzû, fedakârlık, diğergâmlık, hizmet, cömertlik gibi güzel hasletleriyle bizim hâlimiz arasında ne kadar seviye farkı var?!. Muâmelâtımızda; edep, nezâket ve zarâfete, bilhassa da kul haklarına ne kadar riâyet edebiliyoruz?

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 359. Sayı, Ocak 2016