Allah'a (cc) Teslimiyet Nasıl Olmalı?

Allah`a İman

Yaratılmış bütün varlıkların ilmi, onları yaratan Allah Teâlâ’nın ilmi yanında deryadan bir katre hükmünde olduğundan, insanın sınırlı aklıyla kavrayamayacağı nice ilâhî sır ve hikmetler vardır.

İlâhî sır ve hikmetlerin bir kısmı havâssü’l-havâssa, daha ötesindeki bâzı sırlar peygamberle­re, onun da ötesindeki bâzı sırlar yalnızca Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e keşfolunmuştur. Bundan dolayıdır ki Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Şayet benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.” buyurmuştur. (Buhârî, Tefsîr, 5/12)

Bizlere lûtfedilen mahdut akıl, ancak Kur’ân ve Sünnet’in muhtevâsı içinde bir kıymet ifâde eder. Nitekim Mevlânâ Hazretleri de, aklın bütün şüphe ve istifhamlarını bir kenara atıp Allah ve Rasûlü’ne kalben teslîm olabilmenin ehemmiyetini ifâde sadedinde şöyle buyurmuş­tur:

“Akıl, dünyevî işlerimizde başarılı olmasına rağmen, mâhiyeti îcâbı, hakîkate, ilâhî esrâra, yani mârifetullâha vâsıl olmakta yetersiz kalır. Bu ulvî yolculuk için bir vâsıta gereklidir. O da gönüldür, aşktır, vecddir, istiğraktır. Akıl, Mustafâ’ya kurbân olsun!”

"İNSANI ÇIKMAZ SOKAKLARDA DOLAŞTIRIR"

Zira akıl, ancak bu teslîmiyetle birlikte kişinin dünya ve âhiret saâdetine hizmet edebilir. Aksi hâlde insanı çıkmaz sokaklarda dolaştırır.

İşte Cenâb-ı Hak, -mûcizeler gibi, kader ve gayba îman gibi- aklın tam mânâsıyla kavramaktan âciz kaldığı ilâhî hakîkatlerin kabû­lünde, akıldan daha ulvî bir idrak merkezi olan kalbi devreye sokma­mızı istiyor. Böylece tam bir teslîmiyet ufkunda yükselmemizi arzu ediyor. Gerçek bir îman da, dil ile ikrâra ilâveten, kalp ile tasdîk neticesinde meydana gelir; akılla tasdik neticesinde değil. Sırf aklın alabildiklerini kabul etmek “îman etmek” değil, “iknâ olmak”’tır. Bununsa Hakk’a teslîmiyet tarafı bulunmadığı için, ind-i ilâhîde bir kıymeti yoktur.

BU ZAMANIN EN BÜYÜK KERÂMETİ

Velhâsıl yüce dînimiz İslâm’ı, takvâ ehli, güzel ahlâklı, amel-i sâlih hayatı olan, Kur’ân ve Sünnet istikâmetinde yaşayan âlim ve âriflerden tahsil etmek şarttır. Kur’ân ve Sünnet’e sımsıkı sarılıp emrolun­duğu gibi dosdoğru olabilmek, yani istikâmet, bu zamanın en büyük kerâmetidir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, İmâm-ı Rabbânî, Erkam Yayınları, 2015