Allah, Kulunu Hangi Vaziyette Görmek İster?

HAYATIMIZ

İnsan şahsiyetine en çok tesir eden iki mühim müessir vardır: Birincisi, muhabbet beslenip beraber olunan insanlar, ikincisi de kazançtır. Bu yüzden, gönlümüzde muhabbetini taşıdığımız insanlara çok dikkat etmeliyiz. Zira insan çoğu zaman, doğru yola da yanlış yola da sevdiği kimselerin teşvik ve telkinleriyle gider. İkinci olarak da cebimizdeki paraya dikkat etmeliyiz. Ona haram karıştırmamalıyız.

İnsanın gönül âlemi, çoğu zaman bu iki müessirin mânevî keyfiyetine göre şekillenir. Ameller de bu şekillenişe göre gerçekleşir. Parada bir sır vardır; o, geldiği yoldan gider. Yani helâl para, gerçek mânâda hayra sarf edilirken; şer yoldan gelen para ise, yine şerrin sermayesi olur.

Paranın kaderi, kişinin kaderine müdâhil olur. Herkes zanneder ki, ben parama hükmederek istediğim yere harcıyorum. Hâlbuki para, kazanılışındaki mânevî temizlik durumuna göre, lâyık olduğu yere gider; sahibinin irâdesini de kendi gittiği yere doğru istikâmetlendirir. Yani hâkimiyet çoğu zaman paradadır; sahibinde değil…

Para, yılan gibidir. Hangi delikten girdiyse oradan çıkar. Cebine haram para girenin ameli bozulur. En azından amellerindeki ihlâs kaybolur. Dolayısıyla paranın nereden ve nasıl kazanıldığı çok mühimdir. Maddî-mânevî huzurumuz için, kazancımızın helâl yoldan olmasına son derece dikkat etmeliyiz.

BEHLÜL DÂNÂ HAZRETLERİNİN İBRET DOLU KISSASI

Behlül Dânâ bir gün Harun Reşid’den bir vazife ister. Harun Reşid de ona çarşı-pazar ağalığını (denetimini) verir.

Behlül hemen işe koyulur. İlk olarak bir fırına gider. Birkaç ekmek tartar. Hepsi normal ağırlığından noksan gelir. Fırıncıya dönüp:

“–Hayatından memnun musun, geçinebiliyor musun, çoluk-çocuğun ağız tadıyla yaşayıp gidiyor mu?” diye sorar.

Fırıncı ise bütün sorulara menfî cevap verir. Hayatta memnun olduğu bir şey yoktur.

Behlül bir şey demeden ayrılır ve bir başka fırına geçer. Orada da birkaç ekmek tartar ve görür ki bütün ekmekler normal gramajından fazla geliyor. Aynı soruları bu fırının sahibine de sorar ve bütün sorulara müsbet cevap alır. Yani fırıncı gâyet huzurludur.

Bundan sonra başka bir yere uğramadan doğru Harun Reşid’in huzuruna çıkıp başka bir vazife ister. Harun Reşid:

“–Behlül, daha yeni vazife verdik sana, ne çabuk bıktın?” deyince Behlül şu îzâhı yapar:

“–Efendim, çarşı-pazarın ağası varmış. Benden önce ekmekleri de tartmış, vicdanları da. Buna göre herkes zâten hesabını ödeyip duruyor. Bana ihtiyaç kalmamış…”

Hadîs-i şerîfte buyrulur:

“Allah Teâlâ, kulunu helâl peşinde koşmaktan yorulmuş vaziyette görmeyi sever.” (Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I, 65)

HELAL KAZANÇ HUZUR VE SAÂDETİN İLK ŞARTI

Demek ki kazancın helâliyeti, kişinin maddî-mânevî huzur ve saâdetinin ilk şartıdır. Çünkü ağızdan geçen her lokma, eğer helâl ise kişiye feyiz ve mânevî zindelik verir. Fakat haram veya şüpheli bir lokma ise, gaflet ve hantallık verir; duyuşları kısırlaştırır; kalbe bir perde olur.

Abdülkâdir Geylânî Hazretleri buyurur:

“Haram yemek kalbi öldürür (gaflete dûçâr edip hantallaştırır), helâl yemek ise ihyâ eder. Lokma var seni dünya ile, lokma var seni âhiret ile meşgul eder. (Takvâ üzere kazanılan helâl) lokma ise, seni Allah Teâlâ’ya rağbet ettirir.”

Bunun içindir ki Allah dostlarından Ali Râmîtenî Hazretleri;

“«İbadetler on cüz olup dokuzu helâli talep etmektir. Geri kalan bütün ibadetler, bir cüzdür.»[1] hadîsini okuyup ardından;

“Helâl yemeyen kişi, kendinde Allâh’a itaat etme gücü bulamaz, hep isyâna ve nefsânî arzulara meyleder. Helâl yiyen kişi de Allâh’a isyankâr olamaz…”[2] buyurmuştur. Yani helâl kazanç, takvânın temel müessirlerindendir.

Nitekim, Hak dostlarından Süf­yân-ı Sev­rî Hazretleriʼne:

“–Efen­dim! Na­ma­zı bi­rin­ci saf­ta kıl­ma­nın fa­zî­le­ti­ni an­la­tır mı­sı­nız?” de­dik­le­rin­de, Hazret he­lâl lok­ma­ya dik­kat çekerek:

“–Kar­de­şim! Sen ek­me­ği­ni ne­re­den ka­za­nı­yor­sun, ona bak! Ka­zan­cın he­lâl ol­duk­tan son­ra, han­gi saf­ta di­ler­sen ora­da na­ma­zı­nı kıl; bu hu­sus­ta sa­na güç­lük yok­tur.” ce­va­bı­nı ver­miş­tir. Bir başka vesîleyle de:

“Ki­şi­nin din­dar­lı­ğı, ek­me­ği­nin he­lâl­li­ği nis­be­tin­de­dir.” bu­yur­muş­tur.

Dipnotlar: 1) Deylemî, Müsnedü’l- Firdevs, III, 107/4062. 2) Resâil-i Sitte-i Zarûriyye, Delhi 1308, s. 14.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Müslümanın Parayla İmtihanı, Erkam Yayınları.