Allah Katında En Temiz Amel

HAYATIMIZ

Allâh’ı zikretmek, “Allah” lafzını sâdece kelime olarak tekrarlamaktan ibâret değildir. Zikir, ancak tahassüs istîdâdının merkezi olan kalpte mekân bulduğu zaman niyet ve amellerin seviye bulmasına âmil olur. İşte bu keyfiyette bir zikir, kulun bezm-i elestte; “Evet! Sen bizim Rabbimizsin!” şeklinde Cenâb-ı Hak ile yapmış olduğu ahdine vefâ göstermesi ve o sadâkatle Rabbini aslâ unutmamasıdır.

ALLAH'I ZİKRETMEK NE DEMEKTİR?

Peygamber Efendimiz’in hizmetçisi olan Vâkıd -radıyallâhu anh- Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şöyle buyurduğunu nakleder:

“Kim Allah -azze ve celle- Hazretleri’ne itaat eder, emir ve yasaklarına hakkıyla riâyet ederse, O’nu zikretmiş olur; velev ki (nâfile) namazları, oruçları ve Kur’ân tilâveti az bile olsa!

Kim de Allah’a karşı isyân hâlinde bulunursa (günahları terk etmezse), Cenâb-ı Hakk’ı zikretmemiş olur; velev ki (nâfile) namazları, oruçları ve Kur’ân okuması çok bile olsa!” (Heysemî, II, 258)

ZİKRULLAH'TAN GÂFİL KALMANIN TEHLİKESİ

Zikrullah’tan gâfil kalmanın büyük tehlikesinden dolayıdır ki Cenâb-ı Hak biz kullarına bu hususta pek çok îkazlarda bulunmuştur. Zira mü’min gönüllerin gaflet katılığından kurtulup ilâhî rızâya nâil olabilecek hassâsiyete ulaşmasının yolu, zikr-i dâimîden geçmektedir. Bu da bir müddet veya bir mevsim değil; bir ömür boyu, her nefes alıp verişte zikrullah şuurunu taşımakla mümkündür. Zira mânevî uyanıklık, ancak bu sâyede hâsıl olur.

Bu itibarla bizler de Rabbimize sonsuz bir muhabbet iklîmine girerek, dünyevî ihtirasların ve fânî menfaatlerin sarsamayacağı bir mânevî zindeliğe erişme gayreti içinde bulunmalıyız. Zira sevenler sevdiklerini dâimâ gönüllerinde taşırlar ve aslâ hatırlarından çıkarmazlar.

ZİKİR HAKKINDA HADİS-İ KUDSÎ

Fahr-i Kâinât Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zikir ve zikir meclislerinin fazîleti hakkında bir kudsî hadislerinde şöyle buyurmuşlardır:

Allah Teâlâ buyuruyor ki: Ben kuluma, Ben’im hakkımdaki zannına göre muâmele ederim. O Ben’i zikrettiğinde Ben onunla berâberim. O Ben’i, kendi içinde zikrederse, Ben de onu zikrederim. O Ben’i bir topluluk içerisinde zikrederse, Ben de onu o topluluktan daha hayırlı bir topluluk içerisinde anarım.” (Buhârî, Tevhid, 15)

ALLAH KATINDAKİ EN TEMİZ AMEL

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- birgün ashâb-ı kirâma hitâben:

“–Amellerinizin Allah katında en temizini, derecelerinizin en yükseğini, altın ve gümüş sadaka vermenizden daha hayırlısını, düşmanlarınızla karşılaşıp boyunlarını vurmanızdan ve onların da sizin boynunuzu vurmasından daha hayırlısını haber vereyim mi?” diye sordu. Onlar da:

“–Haber ver, ey Allâh’ın Rasûlü!” dediler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Allâh’ı zikretmektir.” buyurdu. (Tirmizî, Deavât, 6)

TOPLU ZİKİR YAPILIR MI?

Zikrullah ferdî olarak yapılabildiği gibi topluluk hâlinde de yapılabilir. Nitekim Muâviye -radıyallâhu anh- mescidde halka hâlinde oturan bir cemaatin yanına geldi ve:

“–Burada niçin toplandınız?” diye sordu.

“–Allâh’ı zikretmek için toplandık.” diye cevap verdiler. O tekrar:

“–Allah aşkına doğru söyleyin. Siz burada sadece Allâh’ı zikretmek için mi oturdunuz?” diye sordu.

“–Evet, sadece bu maksatla oturduk.” dediler. Bunun üzerine Muâviye -radıyallâhu anh- şöyle dedi:

“–Ben sizin sözünüze inanmadığım için yemin vermiş değilim. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e benim kadar yakın olup da benden daha az hadis rivâyet eden yoktur. Birgün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- halka hâlinde oturan sahâbîlerinin yanına geldi de onlara:

«–Burada niçin oturuyorsunuz?» diye sordu.

«–Bize İslâmiyet’i nasip ederek büyük bir lutufta bulunması sebebiyle Allâh’ı zikretmek ve O’na hamdetmek için oturuyoruz.» diye cevap verdiler. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–Allah adına doğru söyleyin. Gerçekten siz burada sadece Allâh’ı zikretmek için mi oturdunuz?» diye sordu.

«–Evet, vallâhi sadece bu maksatla oturduk.» dediler. Bunun üzerine Allâh’ın Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–Ben size inanmadığım için yemin vermiş değilim. Fakat bana Cebrâil gelerek Allah Teâlâ’nın meleklere sizinle iftihar ettiğini haber verdi de onun için böyle söyledim.» buyurdu.” (Müslim, Zikir, 40)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, kalbî eğitim husûsunda ashâb-ı kirâmın istîdâdına göre zikir tâliminde bulunurdu. Ümmü Hânî ile arasında geçen şu konuşma bunu ne güzel misâllendirir:

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN SAHABÎYE ZİKİR TELKİNİ

Ebû Tâlib’in kızı Ümmü Hânî -radıyallâhu anhâ-, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e mürâcaat ederek:

“–Yâ Rasûlâllah! Ben ihtiyarladım ve zayıfladım. Bana oturduğum yerde yapabileceğim bir ibâdet tavsiye eder misin?” diye sordu.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:

“–Yüz defâ «sübhânallâh»,

Yüz defâ «elhamdülillâh»,

Ve yüz defâ «lâ ilâhe illâllâh» de!” buyurdular. (İbn-i Mace, Edeb, 56; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 344)

Bedenimizin maddî gıdâya ihtiyâcı olduğu gibi rûhumuzun da Hâlık’ını tanıyıp kulluk yapabilmesi için mânevî gıdâya ihtiyâcı vardır. Maddî gıdâlar nasıl ki tâ kılcal damarlara kadar yayılıp bedenin hayâtiyetini devâm ettirirse, mânevî gıdâ olan zikrullâhın da bütün letâiflerde mekân bulup mü’mini intibâha getirmesi zarûrîdir. Îmânlı ölmenin, ilâhî neşveler ve safâlara kavuşmanın yolu zikr-i dâimîdedir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Yolculuğu, Erkam Yayınları