ALLAH İLE BERABERLİĞİN HUZURU
Kulun da Cenâb-ı Hakkʼa yakın olması ve Allah ile beraberliğin huzurunu tatması için, kalbinden gaflet perdelerini bertaraf etmesi îcâb eder. Bu perdelerin başında ise “dünya muhabbeti” gelir. Îman, ibadet, muâmelât ve ahlâkın kemâle ermesi için, bu süflî muhabbetin kalpten sökülüp atılması şarttır.
Fakat kalpten atılması gereken “dünya muhabbeti”nin mâhiyetini de doğru anlamak îcâb eder. Hazret-i Mevlânâ der ki:
“Dünya, Allah’tan gâfil olmaktır. Yoksa para, kumaş, âile ve evlât sahibi olmak değildir. Seni oyalayıp Hak’tan gâfil kılan ne varsa, senin dünyan odur.”
GAFLET PERDESİ KALDIRILAN KALP
Yani kulu Rabbinden gâfil bırakan ve Allah muhabbetinin önüne geçen bütün muhabbetler bu cümledendir. Buna göre müʼminin vazifesi; ilâhî imtihan vesîleleri olan mal-mülk, makam-mevkî, çoluk-çocuk vesâireyi terk etmek değildir. Bu fânî nîmetlerle imtihan olunurken, onlara hadd-i lâyığında değer vermektir. Bu şuur içinde Hakkʼa râm olabilen bir kalbe, hiçbir dünya nîmeti, gaflet perdesi çekemez. Şu hâdise, bu hakikatin ne güzel bir misâlidir:
EL KÂRDA GÖNÜL YÂRDA
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’nin yetiştirdiği büyük velîlerden Muhammed Pârisâ Hazretleri, hacca giderken yolu üzerinde uğradığı Bağdad şehrinde, nur yüzlü, genç bir sarrafa rastlar. Gencin birçok müşteriyle hiç durmadan alışveriş hâlinde olup zamanını aşırı dünyevî meşguliyetlerle geçirdiğini düşünerek üzülür. İçinden:
“‒Yazık! Tam da en güzel şekilde ibadet edebileceği bir çağda kendisini dünya meşgalesine kaptırmış!” der.
Bir an murâkabeye varınca da, altın alıp satan bu gencin kalbinin dâimâ Allah ile beraber olduğunu hayretle müşâhede eder. Yani âzâlar dünyevî meşgûliyette, fakat kalp, Rabbini zikreder hâlde, Rabbiyle beraber… Bu sefer:
“‒Mâşâallâh! El kârda, gönül Yâr’da!..” buyurarak genci takdîr eder.
Tasavvufta “halvet der encümen” diye tâbir edilen bu hâl; halk içinde Hak ile beraberliği, kalabalıklar arasında ve dünyevî meşgaleler esnâsında bile, kalbin Allâh ile olmasını ifâde eder. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:
“Onlar, ne ticaret ne de alışverişin kendilerini Allâhʼı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı adamlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” (en-Nûr, 37)
Yine Muhammed Pârisâ Hazretleri Hicaz’a vardığında, Kâbe’nin örtüsüne sarılmış, içli içli ağlayan ak sakallı bir ihtiyarla karşılaşır. Önce ihtiyarın yana yakıla Cenâb-ı Hakk’a yalvarmasına ve dış görünüşüne bakarak:
“‒Keşke ben de böyle ağlayarak Hakk’a ilticâ edebilsem.” der ve adamın hâline gıpta eder. Sonra onun da kalbine nazar edince görür ki, bütün duâ ve ağlamaları, fânî bir dünyâlık talebi içindir. Bunun üzerine gönlü mahzun olur.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2016 – Ocak, Sayı: 358, Sayfa: 032