Allah (cc) Cömert Olanı Sever!

HAYATIMIZ

Cömertlik, elde var olanı, ondan mahrum olana ikram etmektir. Cömertliğin zirvesi ise “îsâr”dır.

Cömertliğin zirvesi “îsâr”dır. Îsârın en güzel târifi, şu âyet-i kerîmelerde verilmektedir:

“Onlar kendi canları çektiği, kendileri de muhtaç oldukları hâlde, yiyeceklerini yoksula, yetime ve esire yedirirler: «Biz sizi sadece Allah rızâsı için yediriyoruz, sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O’nun azâbına uğramaktan) korkarız.» (derler). İşte bu yüzden Allah, onları o günün fenâlığından esirger; (yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sürur bahşeder.” (el-İnsân, 8-11)

Cömertlik, Allâh’ın sıfatlarından biridir. Zira O’nun bir ismi de “kerem ve ihsânı bol, sonsuz cömert” mânâsındaki “Kerîm”dir. Ayrıca Rahmân, Rahîm, Vehhâb, Latîf, Tevvâb, Gaffâr, Afüv, Raûf ve Hâdî gibi ilâhî sıfatlar da Allâh’ın cömertliğini farklı yönlerden ifâde etmektedir.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de öyle cömert bir insandı ki, kendisinden bir şey istendiğinde, aslâ “yok” demezdi.[1] O, cömertliğin ve bu vasfa sahip olanların fazîletini beyan sadedinde şöyle buyurmuştur:

“Cömertlik, dalları dünyaya uzanan cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Kim onun dallarından birine tutunursa, bu onu cennete götürür. Cimrilik ise, dalları dünyaya uzanmış cehennem ağaçlarından bir ağaçtır. Kim de, onun dallarından birine tutunursa, bu da onu cehenneme sürükler!..” (Beyhakî, Şuab, VII, 435)

Cömertlik, îmandan gelen bir merhamet mahsûlüdür. Hadîs-i şerîfte buyrulur:

“Gerçek bir mü’minde şu iki haslet aslâ bir araya gelmez: Cimrilik ve kötü ahlâk!..” (Tirmizî, Birr, 41/1962)

Herkes imkânına göre cömert olmalıdır. Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir.” buyurmuşlardı.

Ashâb-ı kirâm:

“–Bu nasıl olur, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sordular. Şu cevabı verdi.

“–Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan en iyisini tasadduk etti. (Yani malının yarısını tasadduk etmiş oldu. Çok varlıklı olan) diğer bir kimse de malının yanına varıp, malından yüz bin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti.” (Nesâî, Zekât, 49)

Şeyh Sâdî Bostan isimli eserinde şöyle der:

“Elindeki nîmetleri sağlığında kendin ver! Sen öldükten sonra bunlar elinden çıkar, sahip olamazsın!.. Azığını öbür dünyaya kendi götüren kimse, büyük bir nîmete ermiş demektir. Zira sırtını seni düşünerek kimse kaşımaz, ancak kendi tırnağınla kaşırsın.

Kapına bir garip gelirse, eli boş gönderme. -Allah göstermesin- belki bir gün sen de garip olur, kapıları dolaşırsın!.. Mâdemki, bugün bir şey istemek için kimsenin kapısına gitmiyorsun, bunun şükrânesi olmak üzere, kapına gelen ihtiyaç sahibine ikram et!”

Lâkin cömertlik yerli yersiz saçıp savurmak değildir. Allâh’ın kullarına, dikkatlice ve nîmetin kıymetini bilerek ihsanda bulunmaktır. Nitekim Cenâb-ı Hak bu hususta şu ölçüyü koymuştur:

“Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün elini açıp tutumsuz da olma! Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun.” (el-İsrâ, 29)

[1] Bkz. Buhârî, Edeb, 39; Müslim, Fedâil, 56.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Gençlik , Erkam Yayınları