Aklın Zirvesindeki Zâlimler

TEFEKKÜR

Tarih boyunca kendisini aklın zirvesinde gören birçok zâlim, yaptıklarından en ufak bir rahatsızlık duymamıştır. Çünkü yaptıkları zulümler, kendilerine göre en akıllıca(!) hareketlerdi.

İslâm’dan önceki Mekke döneminde babalar, anne yüreklerini çıldırtan sessiz feryatlar arasında kız çocuklarını diri diri gömmeye götürürlerdi. Mekkeʼde bir efendi kölesini boğazlasa, aslâ vicdânı sızlamaz, en ufak bir pişmanlık hissi duymazdı. Bir köle veya bir odunu kesmek, onların akıl nazarında aynı idi. Hattâ bütün bu vahşetleri gayet tabiî ve meşrû hakları olarak görürlerdi.

Orta Asyaʼnın Karakurum çöllerinden hareket ederek Orta Avrupa’ya ve Romaʼya kadar 7.000 km mesâfe kateden Hun İmparatoru Atillâ, yaptığı işgal ve istîlâların ardında ancak, kan, ıztırap ve gözyaşı bırakmıştı.

Medeniyetler şehri Bağdat’a giren Hülâgu da, 400 bin mâsum müslümanı Dicle Nehriʼnde boğmuştu. Üstelik gözünü o denli kin ve vahşet bürümüştü ki, her biri el emeği ve göz nûru ile yazılmış olan sayısız eseri de Dicle sularına attırmış, Dicle günlerce kan ve mürekkep renginde akmıştı. İşte o zâlim de, yaptığı bu mezâlimden en ufak bir vicdan azâbı duymamıştı.

İskender’in Makedonya’dan Hindistan’a kadar uzanan seferi, Cengiz ve Timur’un askerî gâlibiyetleri de bu kabildendir. Arkalarında bıraktıkları eser, sadece zulüm, gözyaşı ve toprakların kanla sulanmasından ibârettir.

Yakın dönem tarihine baktığımızda da, takrîben yirmi milyon insanın kellesi üzerine kurulmuş bir beşerî sistem olan komünizm, vahşî bir aklî yapının yansıması değil midir? Hak ve hakîkat nazarıyla değerlendirildiğinde, bunlar, en hunhar sırtlanları bile ürkütecek bir vahşet tablosu ortaya çıkarmıyor mu?

Onlar, insanlığın yüz karası olan bütün bu vahşetleri, kendi akıllarınca büyük muvaffakıyetler olarak görseler de, netice itibariyle tarih bunları, dünyevî ihtirasların sebep olduğu dehşetli zulümler olarak kaydetmiş bulunuyor.

İşte bu insanlar belki dehâ çapında akıllı, kâbiliyetli ve dirâyetli kimselerdi. Fakat vahyin rehberliğinden mahrum oldukları ve nefislerini tezkiye, kalplerini tasfiye etmemiş bulundukları için, bütün bu imkânları şerre âlet etmişlerdi. Vicdanları körelmiş; şefkat, merhamet ve acıma hisleri perdelenmişti. İnsanlık haysiyetiyle bağdaşmayan vahşetler işleseler de, akılları bunu onlara gâyet tabiî ve gerekli göstermişti.

Tarih boyunca bütün zâlim diktatörler kendilerini dâimâ haklı bulmuşlar, hatâyı hep başkalarında aramışlardır. Bugün Suriye, Mısır ve emsâli beldelerdeki zulümler, cinâyetler, hattâ katliamlar da bunun tipik bir misâlidir. Bu zulümleri yapanlar, ilâhî hakîkatlere kapattıkları akıllarıyla, yaptıklarının en akıllıca davranışlar olduğunu düşünüyorlar. Neticede geriye bir insanlık enkâzı bıraktıklarını, milyonlarca mazlumun bedduâlarını aldıklarını, kendileri için uhrevî azâbı çoğalttıklarını düşünemeyecek kadar dehşetli bir gaflet ve hamâkate sürükleniyorlar.

Bu nevî tablolara tarihin her döneminde rastlanmaktadır. Nitekim büyük İslâm hukukçusu Ebû Hanîfe Hazretleri’ne, halîfelikten sonra en yüksek makam olan Bağdat kadılığı teklif edilmişti. Fakat iktidardaki zâlim idâreciler tarafından fetvâlarının çarpıtılıp yanlış icraatlere âlet edileceğini ve böylece insanlara zulmedileceğini bilen Ebû Hanîfe Hazretleri, bu teklifi reddetti. Hazretʼin, kendilerine tâbî olmayıp tekliflerini reddetmesinin hikmetini akılları almayan idareciler ise, o büyük dehâyı zindana attırıp kırbaç cezasına çarptırdılar. Fakat dünyanın en büyük hukukçusu Ebû Hanîfe Hazretleri, İslâmʼın hükümlerinin çarpıtılmasındansa, zindanda kırbaç cezâsına çarptırılmaya râzı oldu.

İşte dünyevî ve nefsânî ihtiraslarının esiri olan akıllar, kendi yanlışlarını göremeyecek derecede hamâkate sürüklenirler. Böyle bir akıl, ne kadar büyük bir akıl olursa olsun, hata ve zulme sapmaktan kurtulamaz.

İmâm-ı Âzam Hazretleriʼne bu zulmü revâ gören ve bu icraatlerini kendilerince haklı bulan zâlimler, tarihin çöplüğünde kayboldular, isimleri dahî unutulup gitti. Fakat bugün Ebû Hanîfe Hazretleri, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’in İmâm-ı Âzam’ı olarak gönüllerde yaşamaya ve hayır-duâlarla yâd edilmeye devam ediyor.

Kaynak: İslam Nazarında Akıl ve Felsefe, Osman Nuri Topbaş, 128 Sayfa, Erkam Yayınları, 2013