Akıllı Olmak

HAYATIMIZ

Toplumun övdüğü “akıllılık” gerçekten akıl mıdır? Kur’ân ve hadisler akıllı kişiyi nasıl tarif eder, kimler gerçek anlamda bu sıfatı hak eder?

Değer yargılarının ve algılarının değiştiği günümüzde bazı kavramlar anlam kaymasına uğramış, özlerinden uzaklaşmıştır. “Akıllı olmak” da bu kavramlardan biridir. Artık birinin “çok akıllı” olduğu söylendiğinde, genellikle dünyalık işlerin kolayını bulup bunu kendi menfaati doğrultusunda kullanan kişiler kastedilmektedir. Bu kurnazlık, kimi zaman başkalarını aldatma boyutuna ulaşsa bile, toplum nezdinde “akıllılık” olarak takdim edilebilmektedir.

KUR’ÂN VE SÜNNET IŞIĞINDA AKILLI KİŞİNİN ÖZELLİKLERİ

Peki, gerçekten akıllı kişi kimdir? Kimler bu sıfatı hak eder? Cevabı bulmak için sahabenin derin teslimiyetini örnek alarak “Allah ve Rasûlü en iyisini bilir” deyip, Kur’ân ve hadislerin rehberliğine başvurmak en doğru yoldur. 

İşte bu noktada, gerçek akıl sahiplerini (ülü'l-elbâb) Kur'an'ın bize nasıl tanıttığına bakmak gerekir. Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’inde bazı kullarını bize “ülü’l-elbâb” olarak bildirir. Bu ifadeye akıl sahipleri olarak meal verilmektedir. “Lüb” kelimesinin çoğulu olan elbâb, sözlüklerde eksik ve kusuru olmayan saf akıl anlamına gelmektedir.[1] Zira nice akıl sahibi vardır fakat bu akılla doğruyu idrak edemez. Aklını şerre kullanır. Bu sebeple Kur’ân’da bildirilen ülü’l-elbâb kelimesi alelâde akıllı kelimesinden çok daha kapsayıcı anlamlar ifade etmektedir. Buna göre, akıl sahipleri (ülü’l-elbâb), öncelikle Allah Teâlâ’nın göndermiş olduğu hakikatlere iman etmiştir.[2] Onlar sözü can kulağıyla dinler ve onun en güzel tarafını, sevabı en çok olanını tatbik ederler. İşte bunlar, Allah’ın kendilerini doğru yola erdirdiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleri de işte bunlardır.[3] Onlar hakikatler üzerinde düşünüp ibret alma kabiliyetine sahiptirler.[4] Karşılaştığı hadiselerdeki hikmeti anlayacak, bunlardan öğüt alıp ders çıkartabilecek bir tefekkür derinliği kazanmışlardır. Ülü’l-elbâb ile bu özelliğe sahip olmayanlar, görenle âmâ, bilenle bilmeyen gibi iki zıt kutup gibi birbirinden fersah fersah uzaktadır. [5] Elbette her nimetin bir külfeti ve sorumluluğu olacaktır. Bu sebeple Rabbimiz akıl sahiplerine,  “Ey beyni olanlar azığın en hayırlısı takvadır, azık tedarik edin de bana takva ile gelin”[6] diye seslenmektedir. Akıl nimetine sahip olanların en önemli vazifelerinden biri de hayat rehberi Kur’ân üzerinde çokça tefekkür etmektir. Zira Kur’ân’ın indiriliş hikmetlerinden biri şu şekilde bildirilmektedir:

“Bu Kur’an feyiz ve bereket yüklü öyle şerefli bir kitaptır ki, onu sana, insanlar âyetleri üzerinde derin ve etraflıca düşünsünler ve temiz akıl sahipleri ondan gereken ders ve öğüdü alsınlar diye indiriyoruz.”[7]

Hadislerde ise zeki, akıllı, kavrayışlı ve zarif kişiler el-keyyisü kelimesi ile ifade edilmektedir. Acziyet, ahmaklık, akılsızlık ise bu kelimenin zıddıdır. Öncelikle bilinmesi gereken şey bu özelliğin Allah’ın bir lütfu olduğunu akıllardan çıkarmamaktır. Bu sebeple Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem akıllı olma nimetinin Allah’ın takdiri ile olduğunu ve kişilerin bundan Allah’ın lütfettiği miktarda nasip aldığını bildirmek için:

“Her şey kaderledir. Acizlik ve akıllıklık da”[8] buyurmaktadır. Ardından bu lütfun farkında olunması ve hayata yansımalarının olması gerekliliğine dikkat çeken Hz. Peygamber (s.a.v.), şöyle buyurur:

“Akıllı kişi nefsini muhasebe eden ve ölümden sonrası için çalışandır. Aciz ise nefsine tabi olan bununla birlikte Allah’tan bir şeyler umandır.”[9]

Zira akıllı kişi faydası ve zararının farkında olan adımlarını buna göre atan kişidir. Nefis muhasebesi, tabiri caizse insanın ahsen-i takvîm ile esfel-i sefilîn arasında hangi konumda olduğunun değeridir. Bu değere ulaşmak isteyen insan, öncelikle kendine karşı saygılı davranmalı, yalan söylememeli ve kendini kandırmamalıdır. Nefis hastalıklarına karşı başını kuma gömmek yerine samimi bir şekilde onları tespit edip bunlardan uzaklaşma yollarını araştırmalıdır. Bu araştırma ve değerlendirmelerin varacağı nokta aslında kişinin kendini tanımasıdır. Kendini tanımanın neticesi ise “Kendini bilen Rabbini bilir” sözünün sırrına vakıf olmak olmalıdır.

Hz. Ömer’den nakledilen şu nasihat hayatta iken nefis muhasebesinin önemini ne güzel özetler: “Hesaba çekilmeden önce nefsinizi hesaba çekin. O büyük günün arzı için kendinizi hazırlayın. Bu dünyada kendisini hesaba çekenin ahiret hesabı kolay olur.” Yine tabiîn âlimlerinden olan Kadı Meymûn b. Mihrân’dan şöyle nakledilmiştir: “Kişi ortağının nereden yediğini nereden giyindiğini hesapladığı gibi kendi nefsini de hesaba çekmedikçe müttakilerden olamaz.”[10]

Akıllı kişinin tarif edildiği bir diğer hadis ise şöyledir:

Ensardan bir adam Hz. Peygamber’e gelerek selam verdi ve; “Ya Rasûlullah hangi mümin daha faziletlidir?” diye sordu. Hz. Peygamber; “Ahlakça en güzel olanıdır.” buyurdu. Ensarî, Ya Resûlallah hangi mümin daha zekidir? diye sordu. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Ölümü çok hatırlayan ve sonrası için hazırlık yapan.”[11]

Özetle, günümüzdeki yanıltıcı algıların aksine, gerçek akıl sahibi öncelikle Rabbi tarafından gönderilen hakikatler karşısında kör ve sağır kesilmeyendir. İlahi emirlerin içerdiği hikmeti fark eden ve bunlara en güzel şekilde tabi olandır. Nefsini sorgulayıp onu tanıyan ve eksik yönlerini tespit edip bu kusurları giderme gayreti içinde olandır. Akıllı kişinin diğer en önemli özelliği ahiret farkındalığıdır. Günübirlik yaşamamak, peşin olan dünya hayatı ve onun fani menfaatlerini bir kenara koyup ebedi ahiret hayatının nimetlerini arzulamak ve o nimetler için yatırım yapmaktır.[12] Rabbimizden bizleri, gönderdiği hakikatlere kamil manada iman eden, imanını amellerine yansıtan, nefsini tanıyan ve kusurlarından arınma gayreti içerisinde olan, fani zevkleri ebedi saadet ile değişmeyen, ticaretleri “len tebûr” (asla zarara uğramayan)[13] olan kullarından eylemesini niyaz ederiz. Amin.

 Dipnotlar:

[1] Râgıb el-Isfahânî, Müfredât, 733.

[2] Et-Talâk 65/10.

[3] Ez-Zümer 39/18.

[4] Bakara 2/269, Âl-i İmrân 3/7

[5] Er-Râ’d 13/19, Ez-Zümer 39/9.

[6] Elmalılı Meali, Bakara 2/197.

[7] Sâd 38/29.

[8] Müslim, Kader, 4.

[9] Tirmîzî, Sıfatü’l-kıyame, 25.

[10] Tirmîzî, Sıfatü’l-kıyame, 25.

[11] İbn Mâce, Zühd, 31.

[12] Kıyâme 75/20-21.

[13] Fâtır 35/29.

Kaynak: Semih Yolaçan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 473