Açlığın Ruhumuza Verdiği Faydalar

Oruç

Mevlânâ Hazretleri buyurur: “Şunu iyi bil ki açlık, ilâçların şâhıdır. Açlığı canla başla benimse, onu hor görme! Nice hastalık, açlıkla iyileşir. Güzel yemekler bile, acıkmadıkça hoşa gitmez!”

  • AÇLIĞIN FAYDALARI

Açlık; kalbi yumuşatıp nurlandırırken, aşırı tokluk ise kalbe kasvet verir, gönlü karartır.

Açlık, nefsin azgınlıklarına engel olup onun hakka ve hayra yönelmesini kolaylaştırırken, aşırı tokluk ise, mânevî hassâsiyetleri köreltir, rûhu daraltır, şuur ve idrâkin hikmet kanallarını tıkar.

Dolayısıyla, tefekkür, ibret ve hikmet; acziyetin idrâk edildiği açlık ve hüzün hâlinde daha kolay elde edilir. Zira mide fazla dolunca, tefekkür âdeta uyuşur, gönlün hassâsiyet ve rikkati körelir.

Şeyh Şiblî Hazretleri de âdeta bu hakîkati teʼyid sadedinde;

“Ne zaman aç kaldıysam, kalbime hikmetten açılmış bir kapı buldum!” buyurmuştur.

ÇOK YEMENİN ZARARLARI

Ebû Süleyman Dârânî -rahmetullâhi aleyh-ise şöyle buyurur:

“Her nesnenin pası vardır. Gönlün pası da çok yemektir. Kim çok yerse, şu altı çeşit belâ ile karşılaşır:

1) Kıldığı namazın tadını bulamaz.

2) Unutkan olur.

3) Şefkati az olur. Zira kendisi tok olduğu için başkalarını da tok zanneder.

4) Tâat ve ibadetlerde tembellik eder.

5) Şehveti gâlip olur.

6) Müslümanlar mescide gittiklerinde o, helâya gider.”

Bu itibarla maddî-mânevî huzur için, nefsi aşırı doyurmaktan sakınmak îcâb eder. Nitekim günümüzde maddî imkânlar bakımından bolluk içinde yaşayan pek çok insan, bedenî ve rûhî rahatsızlık, huzursuzluk, tatminsizlik, memnûniyetsizlik, şükürsüzlük ve gaflet illetlerine müptelâ hâldedir. Bu illetlerin en mühim sebeplerinden biri de, nefisleri aşırı beslemektir. Bunun tedâvisi; haram ve şüphelilerden sakınmakla birlikte, helâl nîmetleri de kifâyet miktarında kullanmaktır.

Kanaat ehli, sabırlı, nefsini dizginleyen bir kula, helâl dâiresi içindeki az bir rızık bile kâfî gelir, gönlüne huzur verir. Fakat açlık nedir bilmeyen obur bir kişi, hiçbir nîmetin kıymetini bilemez, en leziz gıdâlar bile ona tatsız gelmeye başlar.

Bu sebeple varlıklı kimselerin de gönül huzuru ve rûhî muvâzeneleri için; fakir-fukarayı koruyup gözetmeleri, mâtemlerin civarında bulunmaları, sefâlet manzaralarını görüp ibret almaları elzemdir. Aksi hâlde varlıklı insanlar, şefkat ve merhameti unutarak kasvet-i kalbe müptelâ olmaktan kurtulamazlar.

HZ. YUSUF'UN KENDİSİNİ AÇ BIRAKMASI

Nitekim Mısır’da şiddetli kıtlığın hüküm sürdüğü günlerde, Yûsuf -aleyhisselâm-’a şöyle sordular:

“–Sen, devletin hazinelerine hükmeden bir idârecisin. Neden kendini aç bırakıyorsun?”

O ise şu ibretli cevâbı verdi:

“–Karnım tok olursa, açların hâlini anlayamam diye korkuyorum!”

ŞEYH SÂDÎ-İ ŞÎRÂZÎ'DEN İBRETLİK BİR MENKÎBE

Müʼminlerin sahip olması gereken bu gönül hassasiyetine dâir, Şeyh Sâdî-i Şîrâzîʼnin ibretli bir hâtırası vardır:

Bir yıl Şam’da müthiş bir kıtlık olur. Halk, perişan bir hâldedir. Bu sırada yanına, zengin bir dostu çıkagelir. O dostu, kıtlıktan önce hayli güçlü-kuvvetli ve iri cüsseli olmasına rağmen, onu da zayıflamış, solgun bir hâlde görünce şaşırır. Ona niçin bu hâlde olduğunu sorar. Dostu ise bu suâle üzülüp hayretler içinde:

“–Dostum! Kederimin sebebini bilmiyorsan, bu ne gaflet! Biliyorsan niçin soruyorsun? Görmüyor musun ki, felâket son raddeye vardı…” der.

Şeyh Sâdî:

“–Biliyorum! Fakat sen niye bu kadar üzülüp eriyorsun ki? Senin her şeyin var…” deyince, o kemâl ehli dost şöyle der:

“–Kendisi sahilde olup da din kardeşlerinin denizde boğulmakta olduğunu gören bir insanın kalbinde hiç huzur olur mu? Benim şu benzim, müslümanların dûçâr olduğu ıztıraplar sebebiyle sararıp soldu… Zavallı din kardeşlerimin muzdarip hâlini gördükçe, yediğim her lokma boğazıma diziliyor. Sanki zehir yutuyorum. Hemcinslerini sefâlette gören bir insan, gülistanda nasıl eğlenir? Biri ağladığında benim de gözüm nemlenir…”

MÜSLÜMAN KARDEŞLERİMİZİ UNUTMAMALIYIZ

Bizler de, bugün âdeta bir yangın yeri olan Filistin, Sûriye, Arakan ve Afrika başta olmak üzere, zulüm altındaki bütün müslüman kardeşlerimiz için bu kalbî hassâsiyeti ne kadar gösterebildiğimize dâir, nefislerimizi derin derin muhâsebe etmek mecburiyetindeyiz. Zira bu husus, hepimiz için son derece mühim bir din kardeşliği mesʼûliyeti ve âhiret vebâlidir.

Unutmayalım ki hiçbir gölgenin bulunmayacağı kıyâmet gününde Arş-ı Âlâ’nın gölgesi altında muhafaza edilecek yedi sınıftan biri de, birbirlerini Allah için seven din kardeşleri olacaktır.[1]

Bu kardeşliğin hakkını verebilmek ise, bugünkü gibi zor zamanlarda yapılacak fedakârlıklara bağlıdır. Dolayısıyla, mazlum, mağdur ve muzdarip din kardeşlerimiz için yapacağımız duâlar, infaklar ve fedakârlıklar, -inşâallah- Rabbimiz’e hamd ve şükrümüzün en güzel bir fiilî ifâdesi olacaktır.

[1] Bkz. Buhârî, Rikāk, 24.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler-1, Erkam Yayınları