Âd Kavminin Hûd Peygamberden İstediği Mucize

TARİHİMİZ

 Aşırı zenginliğin verdiği gaflet, rehâvet ve azgınlık sebebiyle Allâh’a kulluktan çok uzaklaşmış olan Âd kavmi, dînî tahdîdlere girmek istemediler. Bu sebeple Hûd Peygamberden kendilerine mûcize göstermesini istediler...

Hûd -aleyhisselâm-, kavminin davranışlarına çok üzülmüştü. Ellerini hüzünle semâya kaldırıp Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etti. Bunun üzerine, kavminin kadınları kısır kaldı; çocuk doğurmaz hâle geldi. Bu hâl on sene devâm etti.

Mecbûren Hûd -aleyhisselâm-’a geldiler. Ancak hâlâ gaflet içindeydiler. Şâhid oldukları mûcizeye rağmen yine:

“–Sen bize bir mûcize göster!” dediler.

Ardından daha da ileri giderek, Ahkâf Sûresi’nin 22. âyetinde bildirildiği gibi azar ve istihzâ ile azâb talebinde bulundular:

“«Sen bizi tanrılarımızdan çevirmek için mi geldin? Haydi, doğru söy-leyenlerden isen, bizi tehdîd ettiğin şeyi (azâbı) başımıza getir!» dediler.” (el-Ahkâf, 22)

Bunun üzerine pınarlar kurudu, bağlar-bahçeler sarardı. O güzel “İrem Bağları” yok oldu. İri cüsseli insanlar, bir lokmaya muhtaç duruma geldi.

ÂD KAVMİ KÜFÜRDEN VAZGEÇMEDİLER

Hûd -aleyhisselâm-, onları tekrar topladı. Yeniden kendilerine öğüt verdi: «Allâh’tan mağfiret dileyin!» dedi ve ardından küfr-i inâdîleri sebebiyle onları açık bir şekilde îkâz etti:

“...(Hûd) dedi ki: «Ben Allâh’ı şâhid tutuyorum; siz de şâhid olun ki, ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım! O’ndan başka (taptıklarınızın hepsinden uzağım). Haydi hepiniz bana tuzak kurun; sonra da bana mühlet vermeyin! Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allâh’a tevekkül ettim. Çünkü hiçbir canlı yoktur ki, Allâh, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim, dosdoğru yoldadır. ” (Hûd, 54-56)

“Eğer yüz çevirirseniz, tebliğ etmek için gönderildiğim şeyleri size bildirdim. Rabbim (dilerse), başka bir kavmi sizin yerinize getirir de O’na hiçbir zarar vere¬mezsiniz! Çünkü benim Rabbim, her şeyi hakkıyla gözetendir.” (Hûd, 57)

Bu âyet-i kerîmelerde Hûd -aleyhisselâm- müşrik kavmine açıkça meydan okumaktadır:

“Hepiniz toplanınız ve beni yok etmek üzere elinizden ne geliyorsa, neye gücünüz yetiyorsa hepsini yapınız. Göz açıp kapayıncaya kadar bile asla beklemeyiniz. Şüphesiz ben size aldırmam, sizin bana ne yapacağınızı düşünmem ve size hiç bakmam. Çünkü ben sâdece Allâh’a tevekkül etmekteyim, O’na dayanmaktayım. O’na dayanan, asla zarara uğramaz. O’ndan başkasına aldıracak değilim. Ben ancak Allâh’a dayanır ve O’na kulluk ederim.”

Sâdece bu sözler bile Hûd -aleyhisselâm-’ın Allâh’ın kulu ve peygamberi olduğunun, karşısındakilerin ise cehâlet ve sapıklık üzere bulunduğunun apaçık bir delilidir. Bu sözüne karşı düşmanları ona hiçbir zarar verememişler, onu dâvâsından vazgeçirememişlerdir. Bu da onun dâvâsının hak olduğunu göstermektedir.

Âd kavminin hidâyeti için bu tehdîdler de kâfî gelmedi. O kadar sıkıntı ve kıtlık çekmelerine rağmen, yine de istiğfâr edip, Allâh’a ve tevhîd akîdesine dönmediler. Zîrâ aşırı zenginliğin verdiği gaflet, rehâvet ve azgınlık sebebiyle Allâh’a kulluktan çok uzaklaşmışlardı. Bu durumda, eğer peygamberlere tâbî olsalardı, birçok haramları işleyemeyecekler, haksızlık yapamayacaklar, zayıfları ezemeyeceklerdi. Çünkü hak dîn olan tevhîd dîni, birtakım tahdîdler (sınırlandırmalar) getirmekteydi. Ancak, nefsânî yaşayışa alışmış olan bu insanlar, dînî tahdîdlere girmek istemediler. Gâfilâne bir şekilde ve nefsânî bir rahatlık içinde yaşamayı arzu ettiler.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları