Zekat ve Sadaka Kimlere Verilebilir?

Esâsen İslâm’da zenginlik bizâtihî zemmedilmemiş, bilâkis muayyen esaslara riâyet edildiği takdirde methedilmiştir.

Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Sâlih bir kimsenin elinde bulunan helâl ve faydalı mal ne güzeldir.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV, 202) buyurmak sûretiyle zenginliği teşvik etmiştir. Ayrıca İslâm’da, kendi emeğiyle geçinebilecek gücü olduğu hâlde insanlara el açmak hoş karşılanmamıştır.

SADAKA İSTEYEN KİŞİYE RESÛLULLAH NE DEDİ?

Nitekim Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh-’ın rivâyet ettiğine göre bir adam, Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek sadaka istedi. Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- ona:

“–Evinde hiçbir şey yok mu?” buyurdu.

Adam:

“–Bir kısmını giydiğimiz ve bir kısmını da yaygı olarak kullandığımız bir örtü, bir de kendisi ile su içtiğimiz kabımız var.” dedi.

Peygamber Efendimiz bunları getirtti. Bizzat kendisi onları iki dirheme sattıktan sonra adama:

“–Bu paranın bir dirhemiyle yiyecek al ve âilene bırak, bir dirhemiyle de balta al ve bana gel. buyurdu.

Adam bir balta satın alıp Peygamberimize geldi. Allâh Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“–Git odun topla ve sat! Seni onbeş gün buralarda görmeyeyim!” buyurdu.

İNSANLARDAN BİR ŞEY İSTEMEK SADECE ÜÇ KİŞİYE CÂİZDİR!

Adam gitti, bir miktar odun topladı ve onları satarak on dirhem kazandı. Bu paranın bir kısmıyla elbise, diğer kısmıyla da yiyecek aldı. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“–Yüzünde dilenciliğin kara lekesi olduğu hâlde mahşer yerine gelmektense, şu hâlin daha hayırlıdır. İstemek ancak şu üç kimseye câizdir:

  1. Yerlerde süründürecek kadar (aç ve) fakir düşene,
  2. Altından kalkamayacağı bir borca girene ve
  3. Diyet borcunu ödeyemeyen kimseye.” buyurdu.[2]

İslâm, ihtiyaç sâhiplerinin, başkalarından bir şey istemelerini yasaklamamakla birlikte, ahlâkî bakımdan bunu tasvip de etmemiştir. Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-, her önüne gelenden istemeyi huy edinen birine:

“Hak Teâlâ, zekât mallarının taksîmini herhangi bir şahsın, hattâ Peygamberin bile arzu ve irâdesine bırakmamıştır. Bunların harcanması için sekiz yer göstermiştir. Eğer sen bu sekizden birine dâhil isen, o zaman zekât malından hakkını veririz.” (Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, VII, 6) buyurmuşlardır.

ZEKÂT KİMLERE VERİLİR?

Burada, zekâtın yerli yerince sarfedilmesi husûsunda büyük bir titizlik ve incelik vardır. Zîrâ zekât, ancak âyette belirtilen yerlere verilebilir. Kur’an-ı Kerim’de bu yerler şöyle beyân edilir:

“Sadakalar (zekâtlar), Allâh’tan bir farz olarak ancak yoksullara, düşkünlere, (zekât işinde çalışan) memurlara, gönülleri (İslâm’a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allâh yolunda çalışıp cihad edenlere ve (çâresiz kalan) yolculara mahsustur. Allâh pek iyi bilendir ve hikmet sâhibidir.” (et-Tevbe, 60)

Âyette belirtilen bu yerlerin hâricinde yapılacak olan infaklar, «hayrât» denilen zekâtın dışındaki bağışlarla gerçekleşir. Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-, zekâtın verileceği sınıflardan birine dâhil olmayan kimselere zekât malından vermemiş, onların isteklerini geri çevirmiştir. Ancak zekâtın dışında yaptığı infakta böyle davranmamıştır. Bu gibi durumlarda bizzat kendisi; (İhtiyâcı sebebiyle) isteyene gelince, sakın (onu) azarlama!” (ed-Duhâ, 10) âyet-i kerîmesine uygun olarak hareket etmiş ve:

“Yâ Âişe! Yarım hurmayla bile olsa fakiri geri çevirme.” (Tirmizî, Zühd, 37) buyurmuştur.

Bu hadîs-i şerîften ilhâm ile muhterem Mûsâ Topbaş Efendi -kuddise sirruh-, istemeyi meslek hâline getirmiş kimselere, yâni dilencilere de sadaka verir ve:

“–Vermemeye alışmamak için, az da olsa vermek lâzım!..” buyururlardı.

BAŞKALARINA EL AÇMAK 

Şu gerçeği de bilmelidir ki, İslâm’da ancak büyük zarûretler hâlinde istemeye müsâade edilmiştir. Zîrâ başkalarına el açmak, aslında insanı son derece aşağılayıcı bir iştir. Bu sebeple de Allâh Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- ashâbından bey’at alırken pek çoğuna «kimseden bir şey istememe»lerini şart koşmuştur.[3]

Dolayısıyla fakirler içinde utanmaz, arlanmaz, derbeder, önüne gelenden para isteyen tipler ile fakirlik ve sıkıntılarını sîneye çekenler birbirlerinden ayırt edilmelidirler.

MİSKİNLER KİMLERDİR?

Bu mevzûda Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

“Miskin, bir-iki hurma veya bir-iki lokma ile baştan savulan (dilenci) değildir. Miskin, ancak ihtiyâç içinde kıvrandığı hâlde iffet ve nezâketinden dolayı kimseden bir şey isteyemeyendir. Dilerseniz, “İnsanlardan ısrarla birşey istemezler.” (el-Bakara, 273) âyetini okuyun!” (Müslim, Zekât, 102)

Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu hadîs-i şerîfleriyle şunu beyân etmek istemişlerdir:

Her önüne gelenden isteyip dilenenler, ne de olsa bir şeyler elde ederler. Asıl ihmâl edilmemesi gereken kimseler; hâllerini gizleyip, sabır ve kanaat ile fakirliğe katlananlardır. Hâlini arz edemeyen böyle kimselere yapılacak infâkın ehemmiyeti, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle beyân buyurulmuştur:

(Zekât ve sadakalarınızı), kendilerini Allâh yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirlere verin! Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zannederler. Sen onları sîmâlarından tanırsın. Çünkü yüzsüzlük ederek ısrarla insanlardan bir şey istemezler. Hiç şüphesiz ki Allâh, yaptığınız her hayrı bilir.” (el-Bakara, 273)

Dipnotlar:  [1] Bkz. Ebû Dâvûd, Zekât, 26. [2] Bkz. Müslim, Zekât, 108.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Vakıf-İnfak-Hizmet, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.