Mevlid Kandili’ni Neden Kutluyoruz?

Mevlid Kandili’ni / Mevlid-i Nebi’yi neden kutluyoruz?

Peygamber Efendimiz on beş asır önce dünyayı teşrif etmiş, biz de onun teşrifini “Mevlid-i Nebi” diye nitelendirmiş ve 1989’dan beri Diyanet İşleri Başkanlığı merkezli olarak bir hafta süreyle ve değişik kültürel etkinliklerle yurt içi ve yurt dışında yoğun bir şekilde kutlama gayreti içinde bulunuyoruz. Pek tabii olarak bu faaliyetlerin, konunun kutsiyetine uygun bir kalite ve ciddiyet içinde, tebliğ nezaketini zedelemeden gerçekleştirilmesi arzu edilir.

MEVLİD KANDİLİ’Nİ NİÇİN KUTLUYORUZ?

Ne gariptir; söz konusu ettiğimiz yoğunlaştırılmış etkinlikleri “din propagandası” olarak görüp eleştiren ve engellemeye çalışan kimi şahıs ve grupların yanında bir de “Mevlid kandili (leyle-i mevlidi’n Nebi) ya da kutlu doğumu niçin kutluyoruz, başlangıçta böyle bir şey yoktu” diye gerçekleştirilen etkinliklere toptan ya da kökten dindarlık adına karşı çıkanların varlığı -az da olsa- inkar edilemez. Eğer böyle bir karşı çıkış ile Hz. Peygamber-ümmet arasındaki hak ve görev ilişkilerinin bize dönük olanlarından kaçıp kurtulmak hedeflenmiyorsa, itirazın anlamı nedir? Bırakalım o itirazı Vehhabiler gibileri yapsınlar, esasen yapmaktadırlar da.

Unutulmamalıdır ki bizim için Efendimizin mevlidi ya da kutlu doğumu, onu içimizde hissettiğimizde gerçekleşir. O doğmuştur ama bizim için ona yönelik gönül kapılarımız kapalı ise, bizim ondan haberimiz yoktur. Dolayısıyla bir anlamda kutlu doğum da yok demektir. Tv. ya da radyo yayını çok güçlü ve güzel, ama biz alıcılarımızı açmamışız. Yayın bize nasıl ulaşacak ve biz o yayından nasıl yararlanabileceğiz? O yayın bizim için yok demek değil midir?

Yine, gün doğmuş, güneş yükselmiş, ama biz kapı - pencere kapalı bir odada uyumaya devam ediyorsak, bizim için gün doğmamış, güneş yok demektir. Yani kutlu doğumu idrakte mesele benim, mesele sensin, mesele biziz. Kutlu doğumu kavramak onun bilincine varmak işte tam da burada, onu içimizde hissetme noktasında başlamaktadır.

RABBİNİN NİMETİNİ ANLAT

Rahmetli Muhammed Hamidullah (v.2002), Aziz Kur’an adıyla Türkçe’ye çevrilmiş olan Kur’an mealinde,1 kutlamaların içeriğini dikkate alarak, Duha sûresinin “Rabbinin nimetini anlat da anlat!”2 anlamındaki son âyetinin dipnotunda “Müslümanlar Mevlid’i, diğer bir ifade ile Hz. Peygamberin doğumunu kutlarken bu âyete dayanırlar,” der. Sonra da “Bir mümin/inanan için hangi İlâhî nimet/iyilik bundan daha büyük olabilir?” diye sorar.

Peygamber Efendimize verildiği bildirilen nimetler, dolaylı olarak onun ümmetine verilmiş, hasâis dışında ondan istenilen işler ve işlemler ümmetinden de istenmiş demektir. Bu sebeple merhum Hamidullah’ın biz ümmeti için Hz. Peygamber’den daha büyük nimet olamayacağını vurgulayan sorusu gayet yerindedir. Mevlid kandilleri ve kutlu doğum haftalarında biz, bize lütfedilmiş en büyük nimeti, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i her zamankinden daha yoğun ve yaygın şekilde anmaya, anlamaya ve anlatmaya çalışıyoruz. Bu faaliyetler özü itibariyle asla bir bid’at uygulaması değildir. Zira Hamidullah merhumun işaret ettiği gibi bir âyet-i kerimeye dayanmakta ve o âyetin anlam sınırları içine girmekte olan bir “tahdis-i nimet” faaliyetinden ibarettir. Bu sebeple bizim bu sözlerimiz de kesinlikle bir bid’at savunması değildir.

Böylesi bir tahdîs-i nimet faaliyetinin ve şükrünün yerine getirilmesini memnuniyetle karşılamamak büyük bir manevi kayıp olsa gerektir.

O BİR GECENİN NURU

Merhum Süleyman Çelebi’nin mevlidine kaynaklık eden yüreğini, Vesîletü’n-necât’a yansıttığı duygu ve hislerini, kulaklarımızla değil gönüllerimizle bir duyabilseydik, bir başka şairimiz Arif Nihat Asya’nın dediği gibi “adına alışkın dudaklarımız “yüreğimizin gerçekten tercümanı olabilseydi, Âkif merhumun tespitiyle “O bir gecenin nuru”nu işte o zaman idrak etmiş, içimize sindirmiş olurduk. O zaman,

Ey leyl devâm edip gideydin:

Ferdâyı da nûra kalbedeydin!3

diye çırpınan;

Ne lâhûtî geceymişsin ki teksin sermediyyette;

Meşîmenden doğan ferdâya hayrânım, ne ferdâdır!

Işık nâmiyle vicdanlarda ondan başka bir şey yok;

O bir sönsün, hayât artık müebbed leyl-i yeldâdır.

Perîşan sözlerimden bıkma, hoş gör, yâ Resûlallah,

Kulun şeydâdır amma, açtığın vâdide şeydâdır.

diye mutluluktan âdeta göklere uçan merhum Âkif’i anlamamız ve ona yoldaşlık etmemiz mümkün olurdu.

Salât ü selâm getirmenin, kalbini Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e açmanın, mümin gönüller için ne denli diriltici olduğunu, 15 Temmuz 2016 gecesi minarelerden okunan salalar dolayısıyla tüm ülke olarak tarifi imkansız bir gönül coşkusu ve göz yaşlarıyla izlemedik mi? O menfur kalkışma ortamında bu bir diriliş değil miydi?

Kimilerinin ukalalık edip Mevlid kandilini ya da kutlu doğumu “neden kutluyoruz” diye tepki vermesi, ümmet-peygamber ilişkisi açısından ne kadar yersiz, sığ bir soru ve tahdîs-i nimet kavramından ne denli uzak bir lakırdıdır.

Allahümme salli alâ Muhammed’in ve alâ âl-i Muhammed.

Dipnotlar: Bk. Hamidullah, Aziz Kur’an, s. 744, dpn.  (İstanbul, 2000);  ed-Duha (93), 11; Sırât-ı müstakîm, c. 4, no. 81, s.41. Şiirde geçen bazı kelimelerin anlamları: Ferdâ, yarın, gelecek zaman, istikbâl, kıyâmet; mahmûr, henüz tam olarak uyanmamış. Şiirde geçen bazı kelimelerin anlamları: Lâhûtî, ilâhî, tanrısal; sermediyyet, süreklilik; yeldâ, uzun ve karanlık gece; şeydâ, sevinçten deli divâne olmuş kimse.

Kaynak: Prof. Dr. İsmail L. Çakan, Altınoluk Dergisi, 373. Sayı

İslam ve İhsan

MEVLİD KANDİLİ’NDE YAPILACAK DUÂ VE İBADETLER

Mevlid Kandili’nde Yapılacak Duâ ve İbadetler

MEVLİD KANDİLİ'NİN ÖNEMİ NEDİR?

Mevlid Kandili'nin Önemi Nedir?

MEVLİD KANDİLİNDE NELER YAPILIR?

Mevlid Kandilinde Neler Yapılır?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.